Batı ile kültür ilişkileri Fatih’i
izleyen II. Bayezıd döneminde yoğunluğunu kaybetmiştir. Her ne kadar II.
Bayezıd’ın Leonardo da Vinci’den Haliç’e bir köprü projesi istediği hatta
Michelangelo’ya da başvurduğu bilinse de, dönemin resim sanatında doğu etkisi
ağırlıktadır. Doğudaki sınırların iyice genişlemesiyle saray nakkaşhanelerine Herat,
Şiraz ve Tebriz gibi Timurlu ve Türkmen kültür merkezlerinden gelen
sanatçıların sayıları artmıştır. Dolayısıyla bu dönemde daha çok doğu İslam
ülkelerinin paylaştığı “Hüsrev ile Şirin”
ya da “Hamse-i Hüsrev Dehlevi” gibi
ünlü edebi eserler minyatürleştirilmiştir. Ancak resimlenen el yazmalarında,
doğu gelenekleri egemen görünürken, mimari ve doğa ayrıntılarında üçüncü boyut
denemelerine ve gölgeli boyamalara yer verilmiştir(Resim 1). Bu da Fatih
döneminin batılı resim dilinden izlerinin kaldığının göstergesidir.
Resim 1, Bahram Gur Siyah Pvyonunda, Ali Şir Nevai, Hamse, 1498tarihli, TSM, H799,Y. 127a. Günsel
Renda, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul 2000.
Yavuz Sultan Selim’in 1541
Çaldıran Zaferi ve Tebriz’i almasıyla Osmanlı sarayına gelen doğulu sanatçı
sayısı daha da arttığı gibi doğu doğu saraylarında üretilmiş birçok minyatürlü
el yazması saray koleksiyonlarına girmiştir. Bu kez de Safevi Tebriz’inden
gelen ustaların ağır basan gelenekleriyle karşılaşan saray nakkaşhanesi bundan
sonra Kanuni döneminde gerçek Osmanlı üslubunu bulacaktır.
İmparatorluğun en geniş
sınırlarına ulaştığı Kanuni döneminde saray nakkaşhanesi dah da heterojen bir
yapıya kavuşacaktır. Artık hem doğu merkezlerinden hem de Balkan ülkelerinden
sanatçıların bir arada çalıştığı, hatta doğudan gelenlerin Acem cemaatı,
batıdan gelenlerin ise Rum cemaatı olarak ayrı ayrı tanımlandığı belgelerde
görülmektedir. Çoğulcu bir toplum yapısı olan ve farklı geleneklerin bulunduğu
Osmanlı İmparatorluğu’nda saray nakkaşhanesindeki bu çoğulcu yapı hiç
yadırganmamış, hatta 15.yüzyılın ikinci yarısı ve 16.yüzyıl başlarında saray
nakkaşhanesindeki bu sanatçıların yarattığı doğu-batı sentezi, giderek Osmanlı
resim okulunun oluşmasını sağlamıştır. İşte Kanuni döneminin bu kozmopolit
ortamda, bir yandan edebi eserler minyatürlenmiş, öte yandan Osmanlı tarihi ile
ilgili başyapıtlar üretilmeye başlamıştır. Edebiyatla ilgili minyatürlü el
yazmaları içinde en çok üretilen Herat’lı yazar Ali Şir Nevai’nin eserleridir. Ayrıca
yine Cami ve Şahi gibi ünlü yazarların eserleri ve Firdevs’in Şehname’si ile
Nizami Hamse’sinin Türkçe çevirileri minatürlenmiştir. Bu yazmaların
minyatürlerinde bir yandan doğulu sanatçıların elinde Herat, Tebriz ve Şiraz
okullarının bezemeci üslubunun etkileri, öte yandan ise yerli nakkaşların
katkıları, yerel giysiler ve yerel çevre görüntüleri dikkat çeker. Doğudan
gelen yüzey bezemeciliği daha çok ayrıntıyla işlenmiş mimari ayrıntılarda ve
zengin bir doğada kendini gösterir (Resim 2). Kıvrık dallı ağaçların,
rengarenk çiçeklerle dolu bitki kümelerinin zenginleştirdiği mekanlara
yerleştirilmiş iri sarıklı, düşük bıyıklı figürlerin giydikleri Osmanlı
giysileri olmasa Herat ve Şiraz kökenli minyatürlere örnek gösterilecek olup,
II. Bayezıd dönemi derinlik çabalarıda hala dikkati çekmektedir.
Resim 2, Bahçede Melekler,
Cami, Tuhfetü’l Ahrar, 1530 tarihli,
TSM,R914,y. 2a.
Günsel Renda, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul 2000.