OSMANLI MİNYATÜRÜNÜN SON ÖRNEKLERİ / END SAMPLES OF OTTOMAN MINIATURE

Lale Devri’nden sonra matbaanın yagınlaşmasıyla minyatürlü el yazması yapımının giderek azaldığı görülür. Geleneksel minyatürler yerini duvar resimlerine ya da albümlerde yer alan suluboya resimlere bırakmıştır. Dönemin tanınmış yazarı Fazıl Enderuni’nin yazdığı ve 18. yüzyılın son çeyreğinde minyatürlenen “Hubanname” ve “Zenanname” kopyalarında boya tabakasın iyice inceldiği görülür. Çeşitli dünya ülkelerinden kadın ve erkeklerin özelliklerini ve kıyafetlerini anlatan bu eserde yer alan minyatürler bir tür kıyafet resmi niteliğindedir (Resim 1).

Resim 1, Zenan-ı Felemenk( Hollandalı Kadın), Hubanname ve Zenanname, İ.Ü.K., T,5502, y.139a. Günsel Renda, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul 2000.

Figürler genellikle bir manzara fonuna yerleştirilmiştir. Bu manzaralarda bilgiyle ve izlenim gücüyle uygulanmış bi perspektifin varlığlığından sözedilebilir. Artık iki boyutlu minyatür geleneğinden perspektif, renk değerleri, ışık- gölge gibi batılı öğelere sahip bir resim anlayışına varılmıştır. Aslında figürlerin ele alınış biçimi giderek yaygınlaşan kıyafet albümlerindeki gibidir. Giysi ayrıntılarına büyük önem gösterilmiştir. İstanbul’da Avrupa’dan gidip gelen gezginlerin ilgisini çeken bu tür kıyafet albümleri için bir piyasa oluştuğu ve bunları hazırlayan atölyeler bulunduğu muhtemeldir. Buralarda çalışan ustaların arasında gayrimüslimler de vardır. Nitekim, saray koleksiyonlarındaki albümlerede Rafael, Konstantin, İstrati gibi imzaların bulunduğu tek figür çalışmalarına rastlanır.(Resim 2).

Resim 2, Elinde yay tutan kadın, Ressamı Rafael, 1747 tarihli, TSM, H. 2143, y. 2b.
                                   Gül İREPOĞLU, Levni (Nakış- Şiir- Renk), İstanbul 1999.

18.yüzyılın ikinci yarısında yaygınlığını sürdüren bir başka resim türü de, padişah portreleridir. Bu dönemd portreciliğe yeni teknikler ve kalıplar gelir. Örneğin, Levni’nin yaptığı portre albümüne, Levni’den sonra başka sanatçılar tarafından eklenmiş padişah portrelerinde padişahlar bir tahtta oturur ve tam karşıdan, cepheden gösterilmişlerdir. Bu yeni bir portre kalıbı olarak kabul görmüştür. Bu dönemde saray çevresinde çalışan Rafael ve Konstantin Kapıdağlı gibi gayrimüslim ustalar yeni batılı kalıpların yerleşmesinde rol oynamışlardır. Portreciliğin en özgün örnekleri III. Selim döneminde oluşturulmuştur. III. Selim’in dönemin ünlü ustası Konstantin Kapıdağlı’ya yaptırdığı guvaj portresi yepyeni bir kalıptadır(Resim 3).

 Resim 3, Sultan III. Selim portresi, Ressamı Konstantin Kapıdağlı, 1793 tarihli gravür, TSM, A 3989.
                                   Gül İREPOĞLU, Levni (Nakış- Şiir- Renk), İstanbul 1999.

Bu portre padişahı ayakta, yarım boy ve ¾ profilden gösterir. Portre iki yana açılmış bir perdenin taçlandırdığı bir madalyonla çerçevelenmiştir. Madalyonun altına yerleştirilmiş Tophane Kışlası görüntüzü ise padişahın reformlarını simgeler. Padişahın yüz ifadesindeki doğallık, fırça tekniğindeki yumuşaklık, alttaki Boğaz görüntüsünde dikkat çeken mükemmel perspektif, artık Kapıdağlı’nın portrelerinin gerçek anlamıyla Avrupa kalıbına kavuştuğunu gösterir.
Konstantin Kapıdağlı bu portreyi yaptıktan sonra III. Selim kendisine tüm Osmanlı padişahlarının portrelerini sipariş etmiştir. Osman Gazi’den III. Selim’e kadar tüm Osmanlı sultanlarının aynı üslupta portresini yapan Konstantin, padişahları yarım boy ve dörtte üç profilden göstermiştir. Bu kez de portrelerin yer aldığı madalyonların altına padişahlarla ilgili bir sahne yerleştirilmiştir. Genellikle padişahların fethettikleri kent ve kaleler ya da yaptırdıkları önemli yapılar resimlenmiştir(Resim 4).
 
Resim 4, Osman Gazi Portresi, Ressamı Konstantin Kapıdağlı, 1804- 1806 tarihli,
Gravür: Young Albümü TSM, 17/70. Gül İREPOĞLU, Levni (Nakış- Şiir- Renk), İstanbul 1999.

Konstantin önceki padişahların fizyonomisi ve giysileri için Nakkaş Osman’ın ve Levni’nin portrelerine başvurmuştur. Konstantin’in yaptığı bu guvaj portreler John Yuong tarafından, Osmanlı tarihine ilişkin bir de metin eklenerek Londra’da Yuong Albümü die anılan kitapta basılmış ve bundan sonraki portre albümlerine örnek olmuştur. Bu portre dizisiyle yerleşen kalıp 19.yüzyılın ilk yarısında hazırlanmış birçok portre albümünde kullanılmıştır. Bunlardan bazılarının daha acemice çizildiği görülmektedir.
18. ve 19.yüzyıl minyatürleri ve albüm resimleri gerçekleri ortaya koyma açısından önemlidir. III. Ahmed döneminde matbaanın Osmanlı’ya gelişinden sonra minyatürlü el yazma yapımının azalması yeni bir esetetiğe doğru gidişin habercisidir. Teknik ve içerik açısından yeni türler gelişmiş, tutkallı boyalarla yapılan geleneksel minyatürler sulıboya ya da guvaj resimlere dönüşmüş, iki boyutlu resim sanatı olan minyatüre perspektif girmiştir. Bu yeni değerler önce minyatürlere eklenen doğa kesitlerinde ve manzara kompozisyonlarında görülmüştür. Örneğin Konstantin Kapıdağlı sadece portrelerin altına eklediği doğa kesitlerinde değil, salt manzara kompozisyonlarında da batılı bir resim tekniği kullanmıştır. III. Selim’in şiirlerinden oluşan “Divan-ı İlhami”yi de minyatürleyen Kapıdağlı bu yazmada tüm sayfayı kaplayan manzara kompozisyonlarına yer vermiştir(Resim 5).

 
                    Resim 5, Bir Rumeli kasabası, Divan-ı İlhami, 1840 tarihli, TSM, H 912, y 9a.
Günsel Renda, Osmanlı Minyatür Sanatı, İstanbul 2000.

Ressam Topkapı Sarayında III. Selim tarafından yaptırılmış bölümlerin duvarlarını da manzara resimleriyle bezemiştir. Minyatürde başlayan manzara geleneği duvar resimlerine kayarken bu yeni uygulama alanında aynı perspektif denemeleri, ışık- gölge ve renk değerleri arayışı sürmüştür. Nitekim 19.yüzyılın ilk Osmanlı tuval ressamları da bu arayış içinde daha çok manzara resimleri yapmışlardır.Bu nedenle 18. ve 19.yüzyıl minyatür sanatında izlenen yenilikler, tuval resminin oluşumunda da önemli rol oynamıştır. Ancak tuval resmi Tanzimat sonrasında batı tarzında resim eğitiminin kurumlaşması ile yaygınlaşacaktır.
19.yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da eğitim görme olanağı bulan Türk ressamları ve akademi mezunları figüre dayanan batı resmine gerçek anlamıyla ayak uydurmuşlar ve Türk resmini günümüze kadar getirebilmişlerdir.