İZMİR LİMANI VE KENTİN TARİHSEL GELİŞİMİ / IZMIR PORT AND THE CITY'S HISTORICAL DEVELOPMENT.

İzmir’in Bayraklı’da kurulan eski yerleşim yerinden, MÖ 4. yüzyılın sonunda Kadifekale ve yamaçlarında kurulan yeni kente taşınması ile birlikte, Kadifekale’nin yamacında yer alan doğal liman, ticarette yoğun olarak kullanılmaya başlamıştır. Strabon’un anlattığına göre liman istendiği zaman kapatılabilmektedir[1]. Roma döneminde önemli bir kent olarak parlak bir dönem yaşayan İzmir, 11. ve 15. yüzyıllar arasında çeşitli kereler el değiştirmiştir. Bu dönemde özellikle deniz ticaretinde öne çıkan Cenevizlilerin limanı elde tutma çabaları göze çarpar. Bu dönemde bir liman kalesinin varlığı söz konusudur. Liman Kalesi, gerek iç körfeze girişin kontrolünün sağlandığı gerekse tedbirin alındığı bir kontrol noktası olmuştur[2].

Moğol Hükümdarı Timur, 1402 Ankara Savaşı’nın hemen ardından orduları ile İzmir’e gelerek kentin kontrolünü sağlamak amacıyla Cenevizlilerin hâkimiyetindeki Liman Kalesini ele geçirip yıkmıştır. İzmir, 15. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolüne geçmiştir. Kent, 17. yüzyılın basına kadar bir kasaba görünümündedir. 17. yüzyılın basından itibaren Osmanlı İmparatorluğu, İzmir’in bir liman kenti olarak öneminin farkına varmaya başlamıştır[3].

İzmir’in önemi bu yüzyıldan itibaren artmaya başlamıştır. Bunun nedenlerinden bir tanesi, 16. yüzyılın ikinci yarısında Sakız Adası’nın Osmanlı kontrolüne geçmesinin ardından 17. yüzyılın basında yabancı devletlerin konsolosluklarını İzmir’e taşımış olmasıdır. İkinci bir neden; İranlı ipek tüccarlarının savaş nedeniyle, daha önce Halep-İskenderun hattından yaptığı sevkiyatı İzmir’e kaydırmalarıdır. Böylece İzmir, Avrupalı ve Doğulu tüccarların buluşma noktası ve dünya ticaretinin bir kavsak noktası haline gelmiş ve o dönemde yoğun imar faaliyetlerine sahip olmuştur. 

Ege Bölgesi coğrafyası, dağların denize dik uzanması sebebiyle, Anadolu’nun içlerinden gelen deve kervanlarının kıyıya ulaşması açısından uygun geçitler verir. En uygun geçitlerden biri, günümüze kadar kullanıla gelen, Kemalpaşa’daki Belkahve Geçidi’dir. 

Kent, bugünkü Anafartalar Caddesi üzerinden Basmane’ye inen ve oradan tren yolunu takiben Kemer Köprüsünü aşarak doğuya doğru ilerleyen bir yol ile Kemalpaşa’daki Belkahve Geçidi’ne ulaşarak Anadolu’nun iç kısımlarına bağlanmaktadır. Bu yol, kentin ana aksını oluşturur. 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarına gelen ve İzmir’i ziyaret eden yabancı seyyahlar ve diplomatlar, İzmir’i, kara ve deniz ticareti açısından tüm Levant’ın en ünlü ve en önemli kenti olarak tarif etmektedir[4]. 

Milli mücadele döneminde de önemli bir yere sahip olan İzmir, 9 Eylül’de düşman işgalinden kurtulmuş, ancak ilerleyen dönemlerde, mübadele sırasında Ermenilerin üç noktadan çıkarmış olduğu yangın nedeniyle birçok kültür varlığını yitirmiştir[5]. 

İzmir’de erken Cumhuriyet döneminde, imar faaliyetleri açısından yoğun çalışmalar görülmüştür. Artan nüfus ve diğer illerden yoğun şekilde göç alması nedeniyle, günümüzde Türkiye’nin üçüncü büyük şehri olmuş ve kültürel çevre ve kültür varlıklarını fazla koruyamamış, yeni akım şehirleşme/betonlaşmanın mağduru bir kent haline gelmiştir. 

Türk Dönemi Öncesi İzmir
Kent, Kadifekale’de yer alan akropol ve Kadifekale’nin eteklerinden limana kadar uzanan aşağı kentten oluşmaktaydı. İskender döneminde tamamıyla yeni bir alanda kurulan Smyrna’nın tiyatro, stadyum, meclis binası, kutsal ateşin yandığı bina, tapınaklar, agoralar, su kemerleri, sur duvarlarını bulmak ve ortaya çıkarmak yakın bir gelecekte mümkün olacaktır. Aşağı kent, tepeden deniz doğru uzanan yapı adaları, geniş ve revaklı caddeleri ile karşımıza çıkar. Smyrna kentinde MS.2 yüzyılda Hrıstiyanlığın kabulüne kadar Helen dünyasının çok tanrılı inancı hâkimdir. Son dönemde yapılan çalışmalar, kentin iki ayrı limanının olduğu yönünde bulgular ortaya koymaktadır. 

Kadifekale, Helenistik ve Roma döneminde kentin akropolüdür. Kalenin ve surların tarihi Smyrna kentinin taşındığı MÖ. 300’lere kadar gitmektedir. Yakın zamana kadar çeşitli onarımlar geçirerek kullanılmaya devam etmiştir. Özgün haliyle çevresi 6 km. uzunluğunda olan kalenin bugün ancak batıda yer alan 20–35 metre yüksekliğindeki beş kulesi ile güneyindeki sur duvarları ayakta kalmıştır. Yapının doğu ve kuzey kısımları ise tamamen yıkılmıştır. Kalenin içinde orta kesimde yıkılmış halde kemerli büyük bir su sarnıcı ve ilerisinde şapel kalıntısı göze çarpmaktadır (Resim 1).

18. ve 19. yüzyıl seyyahlarının anlatılarından yola çıkılarak Değirmentepe’de antik dönemin en büyük tapınaklarından birinin var olduğu saptanmıştır. 1795- 1876 yıllarında yaşamış Alman seyyah von Osten, bu tapınağı incelemiş ve tapınağın boyutlarını ortaya çıkarmıştır. Roma imparatorluğu döneminde yapılmış olan tapınak 50x100m boyutlarında iken ileriki dönemlerde bu tapınağın taşlarının Ermeni Katedralinde kullanıldığı Luigi Storari(1856) tarafından belirtilmiştir. Günümüzde tapınak modern kentin iskânı altında kalmıştır. 

Antik Smyrna tiyatrosu, Kadifekale yamaçlarında, Kadifekale ile Agora arasında yer alır. Roma döneminde yapılmış olan tiyatro, oldukça görkemli olduğu 17. ve 18. yüzyılda İzmir’i ziyaret eden seyyahlar tarafından belirtilmiştir. Tiyatro’nun ön kısmında Romalı mimar Vitrivius’un önerdiği şekilde büyük bir portiko bulunmaktaydı. Çapı 155m olan tiyatro Kadifekale yamaçlarında üç bölüm olarak yapılmıştır. Yaklaşık seyirci kapasitesi 20.000 kişidir. 55 m uzunluğunda ve 40 m. Yüksekliğinde bir sahneye sahiptir. Bu özellikleriyle antik dünyanın en büyük tiyatrolarından biri konumundadır. Tiyatronun bulunduğu semt, Balkan savaşlarından sonra İzmir’e gelen göçmenlerin yerleşme haline gelmiştir. Bu nedenle tiyatro kalıntıları toprak altında kalmış bir kısmı da duvar ve benzeri destek elemanları olarak kullanılmıştır. 

Bugünkü Namazgâh semtinde yer alan Agora, Helen ve Roma döneminin en iyi korunmuş yapılarından biridir. Antik kent merkezine yakın konumlandırılan ve üç katlı inşa edilen Agora, MS.178 yılında büyük bir depremle yıkılmış, Marcus Aurelius tarafından tekrar inşa edilmiştir. 

120x80 genişliğinde dikdörtgen planlı bir avlunun çevresine sıralanmış sütunlar ve bunları birleştiren kemerler üzerine inşa edilmiş Stoa’nın üst katları yıkıldığından günümüze ancak iki katı ulaşabilmiştir. Agora’da ele geçen yazıtlarda MS.178 yılındaki deprem sonrası kente yardım edenler hakkında bilgiler ele geçirilmiştir. Günümüzde kazıların hala devam ettiği Agora’nın Arkeoloji ve Tarih parkı haline getirilmesi için çalışmalar başlatılmıştır.
MESUT ÇELİK



[1]Geographika Strabon, XII-XIII-XIV, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2000, s.43
[2] Canbolat, a.g.e. s.94
[3] Canbolat, a.g.e. aynı yer
[4] Bülent Şenocak, Levant’ın Yıldızı İzmir, Şenocak Kültür Yayını–1, İzmir, 2003, s.25
[5] Canbolat, a.g.e. s.96