
14. yüzyılda Osmanlı mimarlığının beylikler mimarlığının etkisinde
kaldığı, bu yüzyıla tarihlenen Osmanlı yapılarının Selçuklu biçimleri ve yerel
yapı tekniklerinin oluştuğu görülür. Aynı şekilde türbe ve medreseler de
beylikler ve Selçuklu dönemlerinden tümüyle kopmamıştır. Bu yüzyıla tarihlenen
Osmanlı türbeleri kare planlı, kubbeli ya da Selçuklu kümbetlerini hatırlatacak
biçimde külahlı yapılardır. Örneğin İznik Kırgızlar Türbesi Selçuklu tarzında
içeriden kubbe dışarıdan külahla örtülüdür.
Ayakta kalan en eski Osmanlı medresesinin Orhan Gazi dönemi (1342-62)
yapılarından İznik Süleyman Paşa Medresesi olduğu kabul edilmektedir. Ancak
yapının kubbeli üst örtüsü 15. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmektedir. Özgün
karakteri bozulmamış ilk medreseler Bursa Hüdavendigar, Lala Şahin Paşa, Subaşı
Eyne Bey ve Yıldırım Medreseleridir. Murat Hüdavendigar dönemine (1362-89)
tarihlenen Lala Şahin Paşa Medresesi de kubbeli orta taşlığı, taşlığa açılan
beşik tonozlu eyvanı ve tonozlu öğrenci odalarıyla Selçuklu kapalı medrese
türünün tüm özelliklerini taşımaktadır.
Osmanlı mimarlığının Selçuklu ve Beylikler mimarlığından sıyrılarak özgün
denemelere girişmesi Bayezid döneminde (1389-1402) başlamış ve 15. yüzyıl
boyunca devam etmiştir. Bu döneme tarihlenen zaviyeli camilerde önce
eyvanların, sonra zaviye odalarının örtüsü tonozdan kubbeye dönüşür. Bursa Yıldırım
Camisi’nde (1395) tem eyvanlar, Amasya Bayezid Paşa Camisi’nde (1419) ana eyvan
ve zaviye odaları, Afyon Gedik Ahmed Paşa Camisi’nde (1472) tüm birimler
kubbelidir.
Kubbeli kare birimlerden oluşan Osmanlı’ya özgü bir yapı türü de
bedestendir. İçinde ipekli kumaş, mücevher ve silah gibi değerli eşya alınıp
satılan bu ticaret yapısı Yıldırım Bayezid zamanında ortaya çıkmış, ulucamiyle
birlikte Osmanlı kentinin çekirdeğini oluşturan anahtar yapılardan birine
dönüşmüştür.
Klasik Dönem’de devlet yönetiminin merkezileşme sürecine paralel olarak
sanat etkinliklerinin örgütlenmesi olmuştur. Hassa Mimarları Ocağı ve
Nakkaşhane Klasik Dönem’in kurumlarıdır. Bu kurumlar aracılığıyla 16. Yüzyılda
mimarlık ve sanat etkinlikleri tek elden yürütülecek, sarayın desteğiyle
Osmanlı klasik üslubu bu dönemde olgunluğa erişecektir.
Osmanlı camileri üs örtü sistemleri bakımından sakıflı (ahşap çatı) ve
kâgir kubbeli olarak iki ana grupta toplanır. Klasik dönemde sayıları yüksek
olan sakıflı cami ve mescitlerden çok azı gerçek biçimleriyle zamanımıza
gelebilmiştir. Eyüp Bey Mescidi ve Büyükçekmece Sokollu Mescidi’yle,
Kocamustafapaşa Ramazan Efendi (1585) ve Topkapı surları dışındaki Takkeci
İbrahim Ağa (1592) Camileri sakıflı cami-mescit grubunun örnekleri arasında yer
alır.
Osmanlı mimarlığında önemli bir yer olan külliyeler toplu olarak
tasarlanmış ve birbirlerini tamamlayan yapıların oluşturduğu sosyal
merkezlerdir. Kent içi ve menzil külliyeleri olarak iki ana grupta toplanırlar.
Kent içi külliyelerinde cami, menzil külliyelerinde kervansaray ana yapı
işlevini görür. Külliye bir vakıf kuruluşudur. İlk kayda değer örnekleriyle
Bursa ve İznik’te karşılaşılan erken dönem külliyelerinde genellikle cami,
türbe, medrese ve aşhane bulunuyor, her biri bir yerleşme merkezinin
çekirdeğini oluşturan bu yapı toplulukları belirgin bir geometrik düzen
olmaksızın araziye yerleştiriliyordu. Ancak Fatih Sultan Mehmed ile birlikte
durum değişmiş, Fatih’in İstanbul’da kurduğu külliye (Fatih Külliyesi, 1455-61)
kare planlı büyük bir avlunun çevresinde onun eksenlerine bağlı olarak gelişen
simetrik ve düzenli kuruluşu, gerek caminin avlunun ortasındaki merkezi konumda
bulunmasıyla köklü bir yenilik getirmiştir. Klasik Dönem’e tarihlenen anıtsal
külliyelerin dışında mütevazı yapı topluluklarından küçük külliyeler 16.
yüzyılda daha çok cami ve medreseden oluşuyor ve genellikle iki yapı aynı
avluyu ortaklaşa kullanıyordu.
Bir çeşit sosyal ve entelektüel değişim hareketi olan Lale Devrinin
(1718-1730) başlamasıyla Fatih Sultan Mehmet’ten sonra ilk kez Osmanlılar
Avrupa kültürüne ilgi duymaya başlamıştır. Bu ilginin bir sonucu Barok
üslubunun saray sanatını etkilemesi olmuştur. Bu ilginin mimariye yansıması en
iyi şekilde çeşme, sebil ve türbe yapılarında gözlenebilmektedir. Tüm cepheleri
altın yaldızlı kabartma süsler ve çinilerle bezeli, dört cepheli, geniş
saçaklı, beş kubbeli III. Ahmed Çeşmesi (1728) Lale Devrinden kalan gösterişli
yapılardan bir tanesidir. Barok türbeler arasında Eyüp Mihrişah Sultan (1795)
ve Fatih Nakşıdil Sultan türbeleri dikkat çekicidir.
19. yüzyılda Osmanlı mimarlığı Fransa’daki gelişmelere ayak uydurmaya
çalışmış, Baroktan sonra Yeni-Klasik sanat anlayışına dayalı ampir üslubu büyük
ilgi görmüştür. II. Mahmud dönemine tarihlenen Tophane Nusretiye (1825),
Abdülmecid dönemi (1839-61) yapılarından Dolmabahçe Bezmialem Sultan (1853)
Sultan camileri bu yeni üslubu yansıtmaktadır. 19. Yüzyılın sonlarına doğru
batı türü yeni klasikçiliğin yanı sıra bir çeşit Türk-İslam yeni klasikçiği
ortaya çıkmıştır. Bu akımın öncü yapılarından birisi Aksaray Pertevniyal Valide
Sultan Camisi’dir (1871). II. Meşrutiyetle birlikte (1908) billurlaşan
üsluptaysa 16. Yüzyıl Osmanlı klasik mimarlığının canlandırılması
amaçlanmıştır. Avrupalı mimarların Yunan-Roma yeni klasikçiliğine dayalı
yapılarının yanı sıra Mehmet Vedat TEK ve Kemaleddin Bey’in öncülüğünü yaptığı
okul (I. Ulusal Mimarlık) Osmanlı yeni klasikçiliğini yerleştirmeye
çalışmıştır. Vedat Bey’in İstanbul Tapu Kadastro Binası (1908), Büyük
Postane’si (1909), Kemaleddin Bey’in Bebek Camisi (1913) ve Sultan Reşad
Türbesi (1918) bu akımın yapılarına örnek olarak verilebilir.
Erken Osmanlı mimarlığının en
önemli yapılarından biri olan Bursa Yeşil Türbe 15. yüzyıl çini sanatı açısından
oldukça önemli bir yere sahiptir. Türbede Selçuklu tarzı tek renkli çinilerle
çok renkli çini örnekleri bir arada bulunmaktadır. Erken dönem çini sanatı
açısından önemli bir diğer yapı da Edirne Muradiye Camisi’dir. Bu camide
bulunan bezeme mavi ve beyaz çinilerden oluşur. Erken dönem Osmanlı
çiniciliğinin merkezi İznik’tir.
16. yüzyılın ilk çeyreğinde kurulduğu düşünülen nakkaşhane başlangıçta
hattat, nakkaş, mücellit gibi kitap sanatçılarından oluşuyordu. Giderek çini,
ahşap, metal, halı ve kumaşla uğraşan sanatçılara da desenler hazırlayan bir
kuruma dönüşmüştür. Nakkaşhane 16. yüzyılın ikinci yarısında kendi üslubunu
oluşturmadan önce Şiraz ve Herat merkezli anlayışların etkisi altında
kalmıştır. Klasik dönem Osmanlı minyatürünün başlıca özelliği, hünkâr ve
kapıkullarının yaşamı ya da önemli olaylarla ilişkili olmasıdır. Saray
sahneleri köşklerde, otağlarda bahçelerde yer alır.
Klasik Dönem’in Şehzade Mehmed, II. Selim, III. Mehmed türbeleri gibi
önemli sultan türbeleri çini bezemeleri açısından dikkate alınması gereken
yapılardır. Bu yapıların duvarları dönemin en seçkin İznik çinileri ile
süslenmiştir. Lale Devri ile birlikte daha önceden düşüşe geçmiş olan İznik
çiniciliğinin canlandırılması amacıyla girişiminde bulunulmuş, İstanbul’da bulunan
Tekfur Sarayı bu amaca tahsis edilmiştir. Lale Devrinin sona ermesiyle birlikte
Tekfur Sarayı çiniciliği gerilemiş, 18. Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
yapılarında Kütahya çinileri ya da ithal edilen çiniler kullanılmıştır. Seramik
üretimindeyse Çanakkale bu dönemde yeni merkez olmuştur.