![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEizpRRAfZQzns8CqtVt-dTP5rzWzgTLyhtakBOxD2k66_lP1hPUdsm6tLJMABIt6k4rg7n0g1zMN3wV-CR3BZs5sOVthrxujKw9PPEiOuxskihm-XCceb1e7sQdepm6eIEt_QNoOFaQAk8/s640/roman-art-final.jpg)
Antik mimarinin en önemli yapı tipi tapınak olup, Tanrının evi olduğuna
inanılan tapınaklarda tanrının heykeli ve ona adanan kutsal eşyalar
korunmaktaydı. M.Ö.7. yüzyıldan sonra taştan yapılan tapınaklarda önceleri “İyon”
ve “Dor” adı verilen iki düzen uygulanmaktaydı, daha sonra bunlara “Korint”
düzeni de eklenmiştir. Tapınaklar M.Ö.6. yüzyılda ana biçimlerini almış,
Yunanistan’da ortaya çıkan Dor düzeni daha çok batıda kullanılmıştır. İyon
düzeni ise Batı Anadolu’da ortaya çıkarak yayılmıştır. Ama Batı Anadolu’da
Assos’daki (Behramkale) Athena Tapınağı gibi Dor düzeninde tapınaklar da
bulunmaktadır. İyon düzenini Dor düzeninden ayıran en önemli özellik
sütunlardır. İyon düzeninde sütunlar daha ince ve yüksek olup, volütlü bir
başlığa sahiptirler. M.Ö. 6. yüzyılı ait İyon tapınaklarında cella, iki sütun
dizisi ile çevrelenmiştir. Bu tipteki tapınakların en ünlüleri, Samos (Sisam)
Hera, Efes Artemis ve Didyma Apollon tapınaklarıdır. M.Ö. 4. yüzyıl ve
Hellenistik dönem (M.Ö. 330-30) mimarlığının önemli örnekleri arasında Priene
Athena Tapınağı ve Didyma’daki Apollon Tapınağı bulunmaktadır. Hellenistik
dönemin öteki önemli tapınağı ise mimar Hermogenes tarafından M.Ö. 2. yüzyılda
Menderes Magnesia’sında yapılan Artemis Tapınağı’dır. Korint düzeni ile M.Ö. 5.
yüzyılda oluşmaya başlamış ama M.Ö. 4. yüzyılda gelişmiştir. İyon düzeninden
farkı, akantus yapraklarından oluşan sütun başlıklarıdır. Silifke
dolaylarındaki Uzuncaburç Zeus Tapınağı’nda ve Atina’da Zeus Olympos Tapınağı’nda
görülen bu düzen, Roma döneminde kullanılmaya devam etmiştir. Antik kentlerde
ayrıca, pazaryerleri, bir yamaca yaslanmış oturma kademeleriyle tiyatrolar,
odeonlar, şehir meclisi binaları (bouleuterion), fikir ve beden eğitiminin
yapıldığı gymnasionlar, atletizm yarışmalarının yapıldığı stadionlar da
bulunmaktaydı.
Antik kentlerde nekropol adı verilen mezarlıklar da önemli bir yer tutar. Özellikle kral mezarları arasında Anadolu’daki tümülüs mezarlar, Ksanthos’daki (Harpiler) gibi kule ya da paye tipli mezarlar ve tapınak tipli mezarlar önemlidir. Tapınak tipli mezarların en önemlilerinden biri Halikarnassos Mausoleumu’dur. Öteki mezar tipleri arasında kaya mezarları ve lahitler de önemli yer tutarlar.
Heykeltıraşlık alanında önceleri kil, taş, kemik, fildişi ve tunç gibi
malzemelerden yapılan heykeller, M.Ö. 7. ve 6. yüzyıldan başlayarak
anıtsallaşmışlardır. Bu arada bazı ekoller oluşmuştur. Önceleri Mısır etkisi
altında frontal, dimdik ayakta duran anıtsal çıplak erkek heykelleri
yapılmıştır. M.Ö. 5. yüzyılda frontal duruş değişerek, doğaya daha uygun bir
duruş biçimi sağlanmış ve Atinalı sanatçılar özgün yapıtlar vermeye
başlamışlardır. Disk atan heykeli ile Myron bu özgün yapıtların en
önemlilerinden birisidir. Atina heykelciliği Phidias ile doruk noktasına
ulaşmıştır. Polykleitos ve Praksiteles dönemin diğer önemli heykeltıraşları
arasında zikredilmelidir.
Hellenistik dönemin en önemli yapıtlarından biri, İstanbul Arkeoloji
Müzesi’ndeki İskender Lahdi’dir. Suriye’de Sayda’da bulunmuş olan bu lahdin
üzerinde Büyük İskender tasvir edilmiştir. Ama bu lahit aslında Fenike’de yerli
bir krala aittir. Hellenistik dönem heykeltıraşlığında Bergama ekolü de önemli
bir yer tutar. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki İskender Başı da bu ekole
aittir. Yine M.Ö.2. yüzyılın ortalarına tarihlenen Bergama’daki Zeus Sunağı’nın
frizinde ise tanrılarla devlerin savaşı sahnelenmiştir.
Resim sanatı hakkında en iyi bilgiler ise vazo resimlerinden elde edilir.
Sanatın gelişimi en açık ve doğru olarak çanak-çömleklerde izlenebilir. Aka
geleneğine bağlı Sub-miken vazolardan sonra M.Ö.11.yüzyılın sonlarıyla 10.
yüzyılda Proto-geometrik adı verilen bir üslup ortaya çıkmıştır. Bu üslupta
bezeme ile vazo biçimi arasında tam bir uygunluk sağlanmıştır. Açık renkte
yapılan vazoların dış yüzleri siyah parlak boyayla şeritlere ayrılır, bu
şeritlerin içi düz hatlar, iç içe geçmiş daireler ya da dalgalı hatlarla
doldurulurdu. Bu vazo bezemesi, yerini M.Ö. 9. yüzyıldan 7. yüzyıla dek
Geometrik denilen üsluba bırakmıştır. Bu üslupta ise vazo yüzeyi yine yatay
şeritlere ayrılıyor, bunlar da dikey çizgilerle kare ya da dikdörtgen alanlara
bölünüyordu. Bu bölümler de zigzag hatlar, menderes, gamalı haç, dama tahtası
gibi geometrik bezemelerin yanı sıra o döneme özgü insan ve hayvan motifleriyle
doldurulmaktaydı.
Doğu ile ilişkilerin artması sanat yapıtlarını da etkilemiştir. Vazolarda doğulu bitki ve hayvan motifleri yer almaya başlamış, böylece M.Ö.700 yıllarında Orientalizan üslup ortaya çıkmıştır. M.Ö. 7. yüzyılda Atina’da iyi bir teknikle çok güzel bezenmiş vazolar yapılıyordu. M.Ö.6.yüzyılda ise “siyah figürlü” denilen teknikte yapılmış vazolarda geometrik bezemenin yerini insan figürlerinin aldığı görülür. Bu dönemde vazolara çömlekçiler ve vazoyu boyayan ressamlar imzalarını atmışlardır. M.Ö.530-520 yıllarında Atina vazo tekniğinde siyah figürlü vazoların yerini kırmızı figürlü vazolar almıştır. Bu teknikte, figürler siyah zemin üzerine kırmızı boya ile yapılmaktaydı.
Hellenistik çağın bitimiyle sanatın merkezi Batı Anadolu ve
Yunanistan’dan Roma’ya kaymıştır. Tiyatro yapıları Roma mimarisinin en önemli
unsurları arasında yer alırlar. Bu tiyatrolar, Yunan tiyatroları gibi sahne
binası, yarım daire şeklinde meydan ve oturma kademelerinden oluşmaktaydı. Ama
sahne binası çok gelişmiş olup, oturma basamakları ile birleştirilerek mimari
bir bütünlük sağlanmıştır. Bu tiyatroların en iyi örneklerinden biri Antalya
yakınlarındaki Aspendos Tiyatrosu’dur. Gelişen kemer ve tonoz yapımı sayesinde,
oturma basamakları kemerli mekânlar üzerine oturtulabilmekte, böylece Side’de
olduğu gibi düz bir arazide de tiyatro yapılabilmekteydi. Ayrıca oval bir alanı
tamamen çevreleyen oturma kademelerinden oluşan amfitiyatrolar, gladyatör
oyunları ya da vahşi hayvanların dövüşleri için. Bunların en etkileyici örneği
Roma’daki Colosseum’dur.
Roma mimarlığında önemli yer tutan yapı tiplerinden biri de hamamlardır.
Hamamlarda bazı bölümler alttan ve duvardan ısıtılarak sıcak mekânlar elde
edilmişti. Soyunma yerleri, soğuk, ılık ve sıcak mekânlar hamamların başlıca
bölümlerini oluşturuyordu. Hamamlar imparatorluk döneminde kitaplıklar,
konferans salonları, havuzlar, spor salonları ile birleştirilerek görkemli
yapılar halini almıştır. Roma’da Diocletianus ve Caracalla hamamları ile
Anadolu’da Milet, Ankara, Efes ve Perge’deki hamamlar önemli örnekler arasında
yer almaktadır. Kentlere ve hamamlara su kemerler vasıtası ile götürülmekteydi.
Fransa’daki Pont du Gard ve Antalya’daki Aspendos su kemerleri günümüze kalan
kemerlere örnek olarak verilebilir.
Roma konut mimarisi hakkında en iyi bilgi veren evler, Pompei ve
Herculaneum’da bulunmaktadır. Bu
evlerin merkezini atrium denilen üzeri örtülü, tavanının ortasında bir delik ve
tam altında havuz bulunan bir mekân oluşturmaktadır. Bunun çevresinde ise diğer
yaşam alanları ile bahçe yer almaktaydı.
Heykeltıraşlıkta Romalılar, Yunan yapıtlarını toplayarak ülkelerine
getirmişler, koleksiyonlar yapmışlar ve bunları kopya ederek çoğaltmışlardır.
Roma portre sanatı ölü kültünden doğmuştur. Portre sanatında gerçekçi bir üslup
uygulamışlar ve bugünkülere benzer portreler yaratmışlardır.