MERAKLISINA KISACA YUNAN VE ROMA SANATI / IN SHORT, GREEK AND ROMAN ART

          Ege dünyası M.Ö. 16. yüzyıldan M.Ö. 1200’e kadar Miken çağının etkisinde kalmıştır. M.Ö. 1200-1050 yılları arası Batı Anadolu için karanlıkta kalmış bir dönemdir. M.Ö. 1050 yıllarından sonra ise genelde “Polis” adı verilen ilk kent devletleri kurulmaya başlamıştır. Bu kentler, çevresinde bir sur bulunan aşağı kent ve gerisindeki “Akropolis” adı verilen yüksek bir tepeden oluşuyordu. Başlangıçta düzensiz bir plana sahip olan kentler, M.Ö.5. yüzyıldan başlayarak düzenli plana sahip olmaya başlamıştır. Tasarımı Hippodamos’a ait olduğu düşünülen planlı kentlere Milet ve Priene örnek gösterilebilir. Bu kentlerin merkezlerinde tapınaklar, resmi yapılar, agoralar ve diğer yapılar yer alıyordu.

Antik mimarinin en önemli yapı tipi tapınak olup, Tanrının evi olduğuna inanılan tapınaklarda tanrının heykeli ve ona adanan kutsal eşyalar korunmaktaydı. M.Ö.7. yüzyıldan sonra taştan yapılan tapınaklarda önceleri “İyon” ve “Dor” adı verilen iki düzen uygulanmaktaydı, daha sonra bunlara “Korint” düzeni de eklenmiştir. Tapınaklar M.Ö.6. yüzyılda ana biçimlerini almış, Yunanistan’da ortaya çıkan Dor düzeni daha çok batıda kullanılmıştır. İyon düzeni ise Batı Anadolu’da ortaya çıkarak yayılmıştır. Ama Batı Anadolu’da Assos’daki (Behramkale) Athena Tapınağı gibi Dor düzeninde tapınaklar da bulunmaktadır. İyon düzenini Dor düzeninden ayıran en önemli özellik sütunlardır. İyon düzeninde sütunlar daha ince ve yüksek olup, volütlü bir başlığa sahiptirler. M.Ö. 6. yüzyılı ait İyon tapınaklarında cella, iki sütun dizisi ile çevrelenmiştir. Bu tipteki tapınakların en ünlüleri, Samos (Sisam) Hera, Efes Artemis ve Didyma Apollon tapınaklarıdır. M.Ö. 4. yüzyıl ve Hellenistik dönem (M.Ö. 330-30) mimarlığının önemli örnekleri arasında Priene Athena Tapınağı ve Didyma’daki Apollon Tapınağı bulunmaktadır. Hellenistik dönemin öteki önemli tapınağı ise mimar Hermogenes tarafından M.Ö. 2. yüzyılda Menderes Magnesia’sında yapılan Artemis Tapınağı’dır. Korint düzeni ile M.Ö. 5. yüzyılda oluşmaya başlamış ama M.Ö. 4. yüzyılda gelişmiştir. İyon düzeninden farkı, akantus yapraklarından oluşan sütun başlıklarıdır. Silifke dolaylarındaki Uzuncaburç Zeus Tapınağı’nda ve Atina’da Zeus Olympos Tapınağı’nda görülen bu düzen, Roma döneminde kullanılmaya devam etmiştir. Antik kentlerde ayrıca, pazaryerleri, bir yamaca yaslanmış oturma kademeleriyle tiyatrolar, odeonlar, şehir meclisi binaları (bouleuterion), fikir ve beden eğitiminin yapıldığı gymnasionlar, atletizm yarışmalarının yapıldığı stadionlar da bulunmaktaydı.


Antik kentlerde nekropol adı verilen mezarlıklar da önemli bir yer tutar. Özellikle kral mezarları arasında Anadolu’daki tümülüs mezarlar, Ksanthos’daki (Harpiler) gibi kule ya da paye tipli mezarlar ve tapınak tipli mezarlar önemlidir. Tapınak tipli mezarların en önemlilerinden biri Halikarnassos Mausoleumu’dur. Öteki mezar tipleri arasında kaya mezarları ve lahitler de önemli yer tutarlar.

Heykeltıraşlık alanında önceleri kil, taş, kemik, fildişi ve tunç gibi malzemelerden yapılan heykeller, M.Ö. 7. ve 6. yüzyıldan başlayarak anıtsallaşmışlardır. Bu arada bazı ekoller oluşmuştur. Önceleri Mısır etkisi altında frontal, dimdik ayakta duran anıtsal çıplak erkek heykelleri yapılmıştır. M.Ö. 5. yüzyılda frontal duruş değişerek, doğaya daha uygun bir duruş biçimi sağlanmış ve Atinalı sanatçılar özgün yapıtlar vermeye başlamışlardır. Disk atan heykeli ile Myron bu özgün yapıtların en önemlilerinden birisidir. Atina heykelciliği Phidias ile doruk noktasına ulaşmıştır. Polykleitos ve Praksiteles dönemin diğer önemli heykeltıraşları arasında zikredilmelidir.

Hellenistik dönemin en önemli yapıtlarından biri, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki İskender Lahdi’dir. Suriye’de Sayda’da bulunmuş olan bu lahdin üzerinde Büyük İskender tasvir edilmiştir. Ama bu lahit aslında Fenike’de yerli bir krala aittir. Hellenistik dönem heykeltıraşlığında Bergama ekolü de önemli bir yer tutar. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki İskender Başı da bu ekole aittir. Yine M.Ö.2. yüzyılın ortalarına tarihlenen Bergama’daki Zeus Sunağı’nın frizinde ise tanrılarla devlerin savaşı sahnelenmiştir.

Resim sanatı hakkında en iyi bilgiler ise vazo resimlerinden elde edilir. Sanatın gelişimi en açık ve doğru olarak çanak-çömleklerde izlenebilir. Aka geleneğine bağlı Sub-miken vazolardan sonra M.Ö.11.yüzyılın sonlarıyla 10. yüzyılda Proto-geometrik adı verilen bir üslup ortaya çıkmıştır. Bu üslupta bezeme ile vazo biçimi arasında tam bir uygunluk sağlanmıştır. Açık renkte yapılan vazoların dış yüzleri siyah parlak boyayla şeritlere ayrılır, bu şeritlerin içi düz hatlar, iç içe geçmiş daireler ya da dalgalı hatlarla doldurulurdu. Bu vazo bezemesi, yerini M.Ö. 9. yüzyıldan 7. yüzyıla dek Geometrik denilen üsluba bırakmıştır. Bu üslupta ise vazo yüzeyi yine yatay şeritlere ayrılıyor, bunlar da dikey çizgilerle kare ya da dikdörtgen alanlara bölünüyordu. Bu bölümler de zigzag hatlar, menderes, gamalı haç, dama tahtası gibi geometrik bezemelerin yanı sıra o döneme özgü insan ve hayvan motifleriyle doldurulmaktaydı.


Doğu ile ilişkilerin artması sanat yapıtlarını da etkilemiştir. Vazolarda doğulu bitki ve hayvan motifleri yer almaya başlamış, böylece M.Ö.700 yıllarında Orientalizan üslup ortaya çıkmıştır. M.Ö. 7. yüzyılda Atina’da iyi bir teknikle çok güzel bezenmiş vazolar yapılıyordu. M.Ö.6.yüzyılda ise “siyah figürlü” denilen teknikte yapılmış vazolarda geometrik bezemenin yerini insan figürlerinin aldığı görülür. Bu dönemde vazolara çömlekçiler ve vazoyu boyayan ressamlar imzalarını atmışlardır. M.Ö.530-520 yıllarında Atina vazo tekniğinde siyah figürlü vazoların yerini kırmızı figürlü vazolar almıştır. Bu teknikte, figürler siyah zemin üzerine kırmızı boya ile yapılmaktaydı.

Hellenistik çağın bitimiyle sanatın merkezi Batı Anadolu ve Yunanistan’dan Roma’ya kaymıştır. Tiyatro yapıları Roma mimarisinin en önemli unsurları arasında yer alırlar. Bu tiyatrolar, Yunan tiyatroları gibi sahne binası, yarım daire şeklinde meydan ve oturma kademelerinden oluşmaktaydı. Ama sahne binası çok gelişmiş olup, oturma basamakları ile birleştirilerek mimari bir bütünlük sağlanmıştır. Bu tiyatroların en iyi örneklerinden biri Antalya yakınlarındaki Aspendos Tiyatrosu’dur. Gelişen kemer ve tonoz yapımı sayesinde, oturma basamakları kemerli mekânlar üzerine oturtulabilmekte, böylece Side’de olduğu gibi düz bir arazide de tiyatro yapılabilmekteydi. Ayrıca oval bir alanı tamamen çevreleyen oturma kademelerinden oluşan amfitiyatrolar, gladyatör oyunları ya da vahşi hayvanların dövüşleri için. Bunların en etkileyici örneği Roma’daki Colosseum’dur.

Roma mimarlığında önemli yer tutan yapı tiplerinden biri de hamamlardır. Hamamlarda bazı bölümler alttan ve duvardan ısıtılarak sıcak mekânlar elde edilmişti. Soyunma yerleri, soğuk, ılık ve sıcak mekânlar hamamların başlıca bölümlerini oluşturuyordu. Hamamlar imparatorluk döneminde kitaplıklar, konferans salonları, havuzlar, spor salonları ile birleştirilerek görkemli yapılar halini almıştır. Roma’da Diocletianus ve Caracalla hamamları ile Anadolu’da Milet, Ankara, Efes ve Perge’deki hamamlar önemli örnekler arasında yer almaktadır. Kentlere ve hamamlara su kemerler vasıtası ile götürülmekteydi. Fransa’daki Pont du Gard ve Antalya’daki Aspendos su kemerleri günümüze kalan kemerlere örnek olarak verilebilir.

Roma konut mimarisi hakkında en iyi bilgi veren evler, Pompei ve Herculaneum’da bulunmaktadır.   Bu evlerin merkezini atrium denilen üzeri örtülü, tavanının ortasında bir delik ve tam altında havuz bulunan bir mekân oluşturmaktadır. Bunun çevresinde ise diğer yaşam alanları ile bahçe yer almaktaydı.


Heykeltıraşlıkta Romalılar, Yunan yapıtlarını toplayarak ülkelerine getirmişler, koleksiyonlar yapmışlar ve bunları kopya ederek çoğaltmışlardır. Roma portre sanatı ölü kültünden doğmuştur. Portre sanatında gerçekçi bir üslup uygulamışlar ve bugünkülere benzer portreler yaratmışlardır.