1.Giriş

Balkanlarda beş asırdan fazla
hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu döneminde 15878 mimari yapının inşa edilmiş
tespit edilmiştir. Osmanlılar tarafından Balkanlarda yapılan bu yapıtların bir
kısmı, Balkanlar Osmanlı hâkimiyetindeyken yaşanan depremler, yangınlar, geçici
işgaller ve isyanlar sonucunda yok olurken, önemli sayıdaki eser ise,
Balkanların Osmanlı’dan çıkmasıyla birlikte yeni kurulan devlet ve
imparatorluklar tarafından yakılıp yıkılmıştır. Balkanlarda inşa edilen tarihi
eserlerin önemli bir kısmının geçmişte tahrip edilip yıkılmasına rağmen bu
eserlerden 1500’den fazlası günümüzde hala ayaktadır.
Osmanlı Devleti tarafından çok sayıda yapının inşa edildiği
Balkanlar’daki tarihi bina ve yapıların önemli bir kısmının tahribat görmesi ve
günümüze ulaşmamasına rağmen, günümüzde 1500’ün üzerinde tarihi bina ve yapının
hala Balkan ülkelerinde bulunması, Balkan ülkeleri açısından son derece önemli
bir turistik arz mirasına neden olmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu tarafından inşa
edilen ve günümüz Balkan ülkelerinde bazı tarihi bina ve yapılar Tablo 1-6’da
yer almaktadır.
2. Balkanlardaki Osmanlı ve Mirası
1299 yılında bağımsızlıklarını ilan ederek Osmanlı Beyliğini kuran ve
1453 yılında İstanbul’un fethiyle imparatorluk haline gelen Osmanlılar,
sınırlarının en geniş olduğu dönemde, Türkiye dışında, günümüz sınırlarıyla 22
ülkeye hükmetmiştir[1]. Bu ülkelerin sınırları
içerisinde Osmanlı mimarisiyle binlerce sosyal, kültürel, ticari, dini ve eğitim
amaçlı yapılar inşa edilmiştir. Anadolu’nun yanı sıra, Balkanlar, Ortadoğu ve
Kuzey Afrika’da bina edilen bu yapıtlar Osmanlı İmparatorluğunun bıraktığı
büyük mimari mirası günümüze taşır.
Beş asır boyunca Osmanlı Türklerinin hâkimiyeti altında kalan Balkanlarda,
14 ve 15. yüzyıllarda yoğun bir imar faaliyetine girişilmiş ve Osmanlı Türk
mimarisine ait mimari eserler verilmeye başlanmıştır.
Mevcut şehirler yeni bir anlayışla
imar edilirken diğer yandan yeni şehirler ve yerleşim merkezleri kurulmuştur.
‘Bir cami ve onun etrafında kümelenen kültürel, sosyal ve iktisadi kuruluşların
oluşturduğu’ külliyeler mahalleleri, mahalleler ise şehirleri meydana
getirmiştir. Bu çerçevede şehir merkezleri, cami, mescit, tekke, zaviye ve
türbe gibi dini yapılar; han, bedesten, kervansaray, arasta ve çarşı gibi
ticari yapılar; imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme ve saat kulesi gibi
sosyal yapılar; mektep, medrese ve kütüphane gibi eğitim yapıları; kale,
kule-ocak, burç ve tabyalar gibi askeri yapılarla donatılmıştır[3]. Böylece
bölgeye ‘yeni bir medeniyet’ getirilmiştir.
Balkanlardaki Türk yapıları plan, hacim biçimlenişi, kullanılan malzeme
ve teknik, cephe düzeni ve süsleme bakımından Osmanlı Türk mimarisinin bir
parçasını oluşturmaktadır. Balkan ülkelerindeki Türk eserleri, çoğunlukla Erken
ve Klasik Dönem Osmanlı Mimarisinin özelliklerini taşırken, Anadolu’daki
çağdaşı olan yapılarla birçok bakımdan ortak ve benzer özelliklere sahiplerdir.
Turan ve İbrahimgil ise Balkanlarda inşa edilen Osmanlı Türk camilerini plan
ve hacim biçimlenişi açısından dört ana grup altında incelemişlerdir. Bu
gruplamada Tek kubbeli camiler, Zaviyeli camiler (Ters T tipi camiler) ve
Bazilikal planlı camiler yer almaktadır. Bu cami tiplerinin yapısal özellikleri
takip eden bölümlerde incelenmiştir[4].
Türk mimarisinde 16. yüzyıldan itibaren Balkanlarda tek kubbeli camiler
inşa edilmiştir. Bu tip camilerin çoğu Klasik Dönem Osmanlı Mimarisinin
özelliklerini taşımaktadır.

Zaviyeli cami tipi olarak da bilinen ters T tipi camiler Beylikler ve
özellikle Erken Osmanlı dönemlerinde inşa edilmişlerdir. Bu tip camiler 15.
yüzyılın ilk yarısından itibaren hem Anadolu’da hem de Balkanlarda yaygın bir
şekilde inşa edilmişlerdir. Zaviyeli cami örnekleri arasında Üsküp’te Alaca
(İshak Bey) Camii (1438) ve İsa Bey Camii, Filibe’de Şehabüddin Paşa (İmaret)
Camii (1464), Selanik’te Alaca (İmaret) Camii (15. yy), Serez’de Mehmed Bey
Camii (15. yy) ve Saraybosna’da Gazi Hüsrev Bey Camii (1531) sayılabilir[6].
Bazilikal plan şemasının kökeni Bizans devrinin erken tarihli
kiliselerinin plan şemalarına dayanmaktadır. Bu plan şeması Anadolu
Selçukluları, Beylikler ve Erken Osmanlı dönemlerinde de kullanılmıştır [3].
Filibe’de Hüdavendigar Camii (1364), Sofya’da Mahmud Paşa Camii (15. yy),
Dimetoka’da Çelebi Sultan Mehmet Camii (1420), Üsküp’te II. Sultan Murad Camii
(1438) ve Karlı ilindeki Mehmed Bey (Burmalı) Camii Balkanlarda bazilikal planlı
camilerdir[7].
Plan şeması ve hacim biçimlenişinin yanı sıra, Balkanlardaki Türk
yapıları, kullanılan malzeme, yapım tekniği, cephe düzeni ve süsleme bakımından
Osmanlı Türk mimarisinin özelliklerini yansıtmaktadırlar. Balkanlarda inşa
edilen Osmanlı yapılarında iki, üç veya dört sıra tuğla ve bir sıra kesme taş
örgüsü ile almaşık tekniğinin yanı sıra, kaba kesme taş, moloz taş ve dolgu
duvarlara yer verilmiştir.
Manastır’daki İshak, Hacı Hamza Bey ve Haydar Kadı Camileri, Filibe’deki
Şehabüddin Paşa Camii, Sofya’daki Banya Başı Camii, Selanik’teki Alaca Camii ve
Serez’deki Zincirli Camii iki, sıra tuğla ve birer sıra taş örgüsü ile almaşık
tekniğinde inşa edilen camilerdendir. Serez’deki Mehmed Bey Camii ve
Prizren’deki Sinan Paşa Camii ise kesme taştan inşa edilmiştir. [8]
Balkanlardaki Osmanlı camilerinin minareleri çoğunlukla kesme taştan inşa
edilmiştir. Örneğin, Manastır’daki Kadı Mahmud ve Hacı Hamza Bey Camilerinin
minareleri kesme taştan yapılmıştır. Samakov’daki Bayraklı Camii, Filibe’deki
Hüdavendigar Camii ve Şehabüddin Paşa Camii minarelerindeki tuğla tezyinatı ile
dikkat çekmektedirler. Bunun yanısıra Köstendil’deki Fatih- Kanuni Camii ve
Elbasan’da Nazır Bey Camilerinin minarelerinde almaşık tekniğinin kullanıldığı
da görülmektedir.
Osmanlı’da Müslüman eğitim veren kurumlar derecelerine göre değişirdi.
Osmanlı idari sisteminde görev alacak kadılar ve eğitimini üstlenecek
müderrisler ve dini işlerde görev alacak hocalar ve müftüler medreselerde
eğitim görürlerdi. Revaklı açık bir avlunun etrafında yer alan öğrenci
odalarının hepsinde bir ocak ve dolap nişleri bulunurdu. Kastorya’da, Atina’da,
Midilli’de tek başına kalmış medreseler görüldüğü gibi, Saraybosna, Mostar,
Yanya, Berat ve Kavala’da bir Külliye içinde yer alan XVII. ve XVIII. yüzyıl medreseleri
de bulunmaktadır[9].
Medreselerin dışında peygamber sözlerinin incelendiği Darülhadisler,
Kuran’ın incelendiği Darülkurralar ve küçük çocukların gittiği mahalle sibyan
mekteplerini de bu kapsamda sayabiliriz. Vakfiyelere göre var olduğunu bildiğimiz
bu yapılardan günümüze kadar gelebilmiş örnekler ya yoktur veya tanımlanamadığı
için yayınlarda bulunmamaktadır.
Gömüt yapıları içinde yer alan türbeler ise Osmanlı mimarisinde hiçbir
zaman anıtsal olmamıştır. Padişah türbeleri bile insani boyutlarda, şehir
dokusu içinde fazla dikkat çekmeyen yapılar olarak inşa edilmiştir.
Balkanlardaki türbeler içinde en ünlüsü kuşkusuz Budapeşte’deki Gül Baba
Türbesidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın
Macaristan seferi sırasında geldiği söylenen bir kişi olan Gül Babanın orada
gömülü olduğu sanılmaktadır. Balkanlardaki diğer türbeler ise genellikle ya bir
tekke içinde ya da bir cami yanında yer alır ve yapıyı yaptıran kişinin türbesi
inşa edilir.
Kalkandere’de Alaca Camii avlusundaki türbe, Üsküp’te İshak Bey Türbesi,
Trikala’da Osman Şah Türbesi, Yanya’da Aslan Paşa Camii yanındaki Türbe,
Tempi’de Hasan Dede Tekkesi içinde türbe,, Boru köyündeki tekkeden kalan türbe,
Bulgaristan’da Akyazılı Sultan tekkesindeki türbe bu tür yapılardır. Günümüzde
tek başına kalmış ve başka bir yapıyla bağlantısı belirlenememiş türbeler,
Karadağ, Yunanistan ve Arnavutluk’ta da bulunmaktadır[10].
Osmanlı şehir dokusunun gelişmesinde ve şehirlerin oluşmasında en önemli
faktörlerden biri de ticaret olmuştur. Ticaret yapılarının bulunduğu alan şehirlerinin
merkezini belirlediği gibi günümüzde bile birçok Balkan şehrinde aynı merkez
yüzyıllar boyunca değişmeden kalmıştır. Şehir içi hanları, arastalar,
dükkânlardan oluşan ticaret alanı şehrin en canlı ve kalabalık kısmını
oluşturur. Şehirlerde “borsa” işlemelerinin yapıldığı, kıymetli malların yanı
sıra altınında alınıp satıldığı bir yer olan Bedestenler de ticaret alanında
bulunurdu Çevresinde arastalar yer alırdı. Bir yol etrafında tek katlı dükkânlardan
oluşan arasta dokuları halen birçok şehir merkezinde belli olmaktadır.
Şehir içi hanları ise revaklı geniş bir avlunun çevresinde, iki katlı
olarak inşa edilirdi. Bedestenlerin kapalı yapılar olmasına karşın şehir içi
hanları avlulu yapılardı. Bu tür hanların günümüze kadar korunabildiği örnekler
Üsküp’te bulunmaktadır. Serez ve Yanbolu Bedestenlerinin bir kısmı yıkık
olmasına rağmen diğer bölümleri onarılmıştır. Yenişehir ve Hanaia
Bedestenlerinin büyük bölümü ayaktadır[11].
Osmanlı köprüleri ister Mostar’daki gibi tek gözlü, ister Bulgaristan’da
Cisr-i Mustafa Paşa veya Vşigraf’da Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan
köprüler gibi çok gözlü olsun, sağlamlıkları yanı sıra çevreyle olan uyumları
bakımından estetik değerleri yüksektir. Arnavutluk, Sırbistan, Yıunanistan’ın
Zagori bölgesinde kalan köprülerde vadileri birbirine bağlayan yapılardır[12].
Yollar boyunca gerek kervanların gerekse de yolcuların konaklaması için
yapılan kervansaraylardan günümüze kadar korunabilmiş örneği yoktur. Vakfiye
kayıtları bu tür yapıların varlığını kanıtladığı gibi inşa ettirilen ve
günümüze gelmeyen kervansaraylar hakkında bilgilerde vermektedir. Genellikle
bir kervanın günde alabileceği 30 km’lik mesafe hesaplanarak inşa edilen bu
yapılar yerleşim merkezleri arasında inşa edilmiştir.
İstanbul-Belgrat arasında fazla
kervansaray olduğu söylenmektedir. Ulu yol olarak bilinen bu yol İstanbul’dan
başlar Edirne üzerinden Filibe-Sofya-Niş yoluyla Belgrat’a varırdı. Diğer
önemli bir yol ise İstanbul-Vize-Kırklareli-Aydos üzerinden Romanya’ya giden
yoldu.
Güney batıya giden yol ise
İstanbul-Tekirdağ-Keşan-Ferecik-Gümülcine-Kavala-Selanik-Yenişehir-Livadiye-Eğriboz-Atina
yoluydu. Ana yollar dışında ara yollarda bulunmaktaydı. Filibe’den batıya Üsküp
ve İskenderiye’ye gidilmekteydi. Selanik’ten ise Yenice-Vardar yoluyla,
Floria’dan Manastır üzerinden Ohri ve Üsküp’e, Ergiri Kasrından Berat ve
Avlonya’ya varılırdı. Ayrıca Yenişehir-Trikala yoluyla Yanya ve Berat’a
ulaşılırdı[13].
Osmanlı yapıları arasında hamamlar her Osmanlı yerleşiminde karşımıza
çıkan yapı tipleridir. Şehirlerde tek veya çifte hamamlar inşa edilmekteydi.
Ayrıca kalelerde de askerler için küçük hamamlar bulunmaktaydı. Budapeşte’de
günümüze kadar birçok bölümü değiştirilmiş olarak kalsa da, Osmanlı döneminde
inşa edilmiş hamamlar bulunmaktadır.
Sokullu Mehmet Paşa Tarafında inşa edilen iki hamam daha bulunmaktadır.
Buda kalesinde son yapılan araştırmalarla birlikte kale komutan sarayında özel
bir hamam bulunmuştur[14].Çifte
hamamlar aynı planın iki kere tekrar edilmesiyle oluşan hamamlardır. Bir tarafı
kadınlar, diğer tarafı erkekler için ayrılmıştır. Veria, Selanik, Kalkandere,
Niş, Ohri, Pirzerin, Saraybosna, Üsküp, Elbasan, Leş’te örnekleri
görülmektedir.
Kalelerde inşa edilen hamamlar ise
daha küçük boyutlu hamamlardır. Genellikle iki mekândan oluşur, arkasında
külhan ve su deposu bulunmaktadır. Elbasan,Patras, Yanya, ve Modon kalelerinde
bu tür hamamlar hala bulunmaktadır[15].
Şehre getirilen su, suyollarıyla çeşmelere, hamamlara, cami, medrese,
mescit, han gibi ortak kullanılan yapılara ve büyük konaklara dağıtılmaktaydı.
Çeşmeler bir yapıya veya bir yapının çevre duvarına dayanarak inşa edilirdi.
Yunanistan, Sırbistan, Makedonya, Karadağ bölgelerinde kalan şehirlerin çoğunda
bulunmaktadır. 17. yüzyıl ortalarına kadar basit, sade bir kemer içinde yer
alan çeşmelerin yalaklarında daha sonra üç boyutlu bitkisel süslemeler yer
aldığı görülür. Başkentte inşa edilen anıtsal boyutlarda bu tür çeşmelerin
benzerleri Samokov, Eğriboz ve Selanik’te bulunmaktadır. Korint, Mistra ve
Kavarin kalelerinde çeşmeler küçük boyutludur[16].
Çeşmeler gibi sebillerde şehirlerde hayır için yapılmaktadır. Belirli
günlerde bedava şerbet, ayran, limonata gibi içeceklerin dağıtıldığı yer olan
sebillerde ayrı su almak içiçn çeşmelerde bulunurdu. Balkanlardan günümüze
kadar korunabilmiş bu tür yapı bulunmamaktadır.
Osmanlı döneminde Elbasan ve Eğriboz’da Karababa kalelerinde olduğu gibi
doğrudan doğruya inşa edilen kalelerin yanı sıra daha önceden var olan
kalelelrde bulunmaktadır. Onarım ve güçlendirme ile kullanılmaktaydı. Salt
askeri amaçla inşa edilen, içinde sivil halkın yaşamadığı kaleler olduğu gibi
tüm bir şehre damgasını vuran kalelerde bulunmaktadır. Belgrat ve Buda bunun
örnekleridir.
Askerlerin kaldığı iç kale bölgesinde koğuşlardan başka cami, hamam,
imaret ve baruthane gibi yapılar bulunurdu. Osmanlı’dan kalan tek baruthane
yapısı bugün Modon kalesinde bulunmaktadır[17].
Kaleler deniz kenarında bir körfezi veya boğazı korumak gözetlemek için
yapıldıysa, liman girişlerine fenerler inşa edilmekteydi. Bu tür bir fener
İnebahtı limanında surlar üzerinde yer almaktadır[18].
XVIII. yüzyıldan sonra Osmanlı mimarisinde yeni yapı tipleri ortaya çıkmaya
başlar, Batılılaşma dönemi olarak tanımlanan ve XIX. yüzyılda da devam eden bu
dönemde yeni kurumlar mimariye yansır. XVIII. yüzyıl başlarında meydanlara saat
kuleleri dikilmeye başlanır. Bunlar dikdörtgen kule biçiminde olduğu gibi, ince
zarif tuğlalarla süslemeleri olanları da bulunmaktadır. Üsküp, Pirlene,
Manastır, Tiran, Yenice örnekleri birinci gruba girmektedir. Yanya’daki saat
kulesi ikinci grup örneği teşkil eder. Rüştiye, İdadi, Sultani diye devlet
tarafından açılan okullar, Manastır, Selanik, Gümülcine ve Yanya’da
bulunmaktaydı. Hastaneler yeni yapı tipi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Selanik’teki Guruba Hastanesi buna örnektir[19].
Devletin yeni vilayet sistemine göre ortaya çıkan hükümet konakları 19.
yüzyıl şehir dokusu içinde önemli yapılardır. Bu dönemde evleri konaklar şehir
görünümlerini belirler. Bu şehir dokusunun korunduğu örnekleri Arnavutlukta,
Berat, Ergiri Kasrı ve Avlonya gibi müze şehirlerde bulduğumuz gibi Filibe,
Üsküp, Saraybosna, Veria, Kastorya, Selanik gibi şehirlerin bir bölümünde
görmek mümkündür. Kavala ve Selanik’te İstanbul’da görülen Levanten mimari
özellileri de yansımaktadır.
Balkanlarda Osmanlı yapıları yıllar boyunca değişik mesenler tarafından
inşa ettirilmiş, bunlara farklı mimar ve ustaların katkısı olmuştur. XIV. Ve
XV. Yüzyıllarda bu mesenler daha çok yeni bölgelere yerleşen akıncı beyleri ile
sultanlar olmuştur. Akıncı beylerden
Evrenosoğulları, Yenice-Vardar’ı mekân tutmuş ve imar faaliyetlerinde
bulunmuştur.
I. Murat zamanında Filibe’de inşa
ettirilen anıtsal cami, I. Beyazıt zamanında inşa edilen yapılan, Çelebi
Mehmet’in Dimetoka’da inşa ettirdiği anıtsal camii, II. Murat zamanında Selanik’te
görülen yapılaşma Bursa ve Edirne örnekleriyle benzerdir. Balkanlardaki çoğu
yöneticiler, Osmanlı vezirleri ve sadrazamları gibi bu bölgelerden devşirilerek
ailelerinin bulunduğu yerlerde vakıflar kurmuşlardır. Sadrazam Sokullu Mehmet
Paşa en önemli örnek olarak gösterilebilir[20].
XVII. yüzyılda taşra özelikleri, başkentte görülen mimari üslup
özelliklerinin oran ve biçim değişikliklerine uğrayarak başkent kalıplarından
uzaklaşılmıştır. II. Abdülhamit’in yaptırdığı devlet yapıları ile Mithat
Paşa’nın Selanik’te inşa ettirilen yapılar bu kavramda değerlendirilebilir.
Değerlendirme
Osmanlı Sanatı ve Mimarisi genel olarak anonim ve kolektif bir sanattır.
Bir eserin tasarımı, kimliği her zaman tam olarak bilemediğimiz bir kişi
tarafından yapılmakta ve eserin ortaya çıkmasında çok kişinin emeği
geçmektedir. Ayrıca kolektif eylem içinde eserlerin bugünkü yapımcılarını belirlemek
zordur.
Sarayda be başkentte belirlenen üsluplar, İstanbul dışındaki önemli
şehirlerde bulunan saraya bağlı hassa mimarları aracılıyla bu bölgelere ve
taşraya yayılmıştır. Ancak merkezi İstanbul olan ve çevresinde giderek büyüyen
halkalar halinde genişleyen bu üslup yerel özelliklerin ağır bastığı
merkezlerin çevresindeki halkalarla kesişmiştir. Bu nedenle Osmanlı mimari
yapıtları incelenirken, örneklerin başkent örneklerine göre durumu
belirlenmeli, bölgesel özelliklerin özgün yanları araştırılmalıdır.
Günümüzde Balkanlarda halen oldukça çok Osmanlı dönemi yapıları
bulunmaktadır. Bu yapıların kimisi detaylı bir şekilde incelenip belirlenirken,
gider yandan da bazılarının isimleri sadece vakfiyelerde geçmektedir. Her türlü
yapıların bulunduğu Balkanlar, Osmanlı eseri bilinçli bir şekilde yıkılmıştır.
Bazıları ise bütçe yetersizliği bahane edilerek yıkılmaya mahkûm edilmiştir.
[1] Ayverdi E.H. Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri,
Bulgaristan Yunanistan, Arnavutluk, Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul,
2000. s.2.
[2] Yenişehirlioğlu, F. Türkiye
Dışındaki Osmanlı Mimari, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Ankara, Temmuz
1989. s.32.
[3] Ayverdi, a.g.e. s.4.
[4] Turan, Ö. ve İbrahimgil,
M.Z. Balkanlardaki Türk Mimari Eserlerinden Örnekler, TBMM
Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 97, Nurol Matbaacılık, Ankara,
2004. s.33.
[5] Turan ve İbrahimgil,
a.g.e. s.45.
[6] Turan ve İbrahimgil,
a.g.e. s.67.
[7] Ayverdi, a.g.e. s.56.
[8] Turan ve İbrahimgil,
a.g.e. s.67.
Yayınları, 1997, s44.
[10] Yenişehirlioğlu, a.g.e.
s.56.
[11] Ayverdi, a.g.e. s.156
[12] Ayverdi, a.g.e. s.201
[13] Yenişehirlioğlu, a.g.e.
s.76
[14] Turan ve İbrahimgil,
a.g.e. s.67.
[15] Turan ve İbrahimgil,
a.g.e. s.89.
[16]Eyice, S.
“Gurbette Kalan Türk Eserleri”, IX.
Vakıf Haftası Kitabı, Ankara, 1992,s. 181–186.
[17]Ayverdi, a.g.e. s.231
[18]Ayverdi, a.g.e. s.231
[19]Çulpan, C.Türk Taş Köprüleri,
Ortaçağdan Osmanlı Devri Sonuna Kadar,
Ankara: T.T.K. Basımevi, 2.
Baskı, 2002, s.55
[20]Doğru, H. “Osmanlı Devleti’nin
Rumeli’de Fetih ve İskân Siyaseti”, Türkler,
Ankara: Yeni Türkiye
Yayınları, C. 9, s. 163–176.
Fotoğraflar; https://ucuzauc.com/haber-duyuru/balkanlarda-osmanli-izleri/1453/haber