ESKİ TÜRKLERDE ÇEYİZ
Orhun Kitabeleri’nde Bayla Kutlag Yaragan Bengü
Taşında yer alan “Ağılım ör, yılkım sansız erti. İnim yiti, urım üç, kızım
üç erti. Ebledim; oğlumun kızım kalınsız birdim” On ağılım, sayısız at sürülerim vardı.
Evlendirdim; oğlumu kızımı cihazsız verdim” ifadesi yer almaktadır. [1]
Hun Türkleri, otağ veya yurtlarda ya da birbirine
bağlanmış tekerlekli çadır evlerde otururlardı (Fotoğraf 2). Bu evlere gelin
giden kızlar, çeyizlerinde getirdikleri işlemeli kılıflar içinde minder ve
yastıklar, halılar, kilimler ve nakışlı keçelerle çadır evlerin içini süsleyip,
döşerlerdi. Hun kızlarının çeyizi yün, keçe ve deriden kaftan, giysi, çizme,
börk, torba, sarkıntılı kemer ve eşyalardan meydana gelirdi. Hun Türklerinde at
en kıymetli hediye sayılır, evlenecek erkek, kız tarafına “kalın” (çeyiz)
olarak, at veya davar süsleri verirdi. Bu bakımdan, kız çeyizinde heybe, eyer
ve koşum getirilmiş olacağını düşünmek pek aykırı olmaz. Hunlarda aracılarla,
zemin hazırlanır ve ondan sonra da, onbinlerce at ve sığır kalın olarak
gönderilirdi. Bilge Kağan kızını, Türgeş Kağan’a veriyor ve buna karşılık
olarak büyük törün alıyordu.
Türk töresine göre, kız evlenirken koşantı (çeyiz)
getirirdi. Ancak, koşantı, evlilikte kalın kadar önemli sayılmazdı. Oğuz
kızlarının koşantılarında neler bulunduğuna dair kesin bilgiler yer
almamaktadır. Ancak, yurt denilen çadırlarda yaşayan Oğuzlarda, kız çeyizin de
göçer hayatına uygun yün, dokuma ve deriden mamul elbise ve eşyalar olması
gerekmektedir.
Destanlardan edinilen bilgilere göre; Oğuzlarda,
elbiseye ton (don), gömleğe kömlek veya könlek denilir, erkek keçi derisinden
kürk ve külah giydikleri bilinmektedir. Oğuzlar, ayakkabı olarak; konçları
yaklaşık kırk santim yüksekliğinde, sarı ve kırmızı renkli, ökçesiz, uçları
yukarı kıvrık, edik denilen deri çizmeler giyerlerdi. Bir de sokman denilen
başka bir çizme daha vardı. Oğuz kızlarına ait bir koşantıda, kilim, heybe,
yaygı ve örtüler, çul, keçe, namazlık, minder, sofra gibi eşyaların yanı sıra,
ton, kömlek, kaftan, kürk, börk, aplike işlemeli yün ve keçe elbiseler,
sarkıntılı meşin
kemer, edik ve sokman gibi giyim eşyalarının da bulunduğu söylenmektedir.[2]
SELÇUKLU DÖNEMİNDE ÇEYİZ
Selçuklu
çeyizi dokuma sanatının iki ana kaynağından besleniyordu. Birinci kaynaktaki dokuma;
sultanlar, vezirler ve diğer yüksek tabakadan insanlar için yapılırdı. Bu kıymetli
dokumalarda Orta Asya üslupları hâkimdi. Hatta bu kumaşlar diğer Müslüman
hükümdarlara ve Avrupa hükümdarlarına da hediye olarak gönderilirdi.
Bezemelerinde görülen, kıvrım dallar arasına yerleştirilmiş hayvan motifli şekiller
kullanılırdı. Yani bu birinci kaynak yüksek zümrenin çeyizlerine kumaş dokuyordu.
İkinci kaynak ise halkın kendisi
için ürettiği, Oğuz Türklerinin geleneksel halı, kilim, keçe, pamuklu
bez, keten ve benzeri dokumalardı ve halktan insanlara hitap etmekteydi.
Selçuklu çeyizinde kumaşa çok önem verilirdi. Ayrıca
kadının günlük yaşamında kullanabileceği kişisel eşyalara da ihtiyacı vardı.
Örneğin; kadın giyimi olarak kollu elbiseler, kısa dar kollu cepkenler, bol
paçalı şalvar, iç çamaşırları, ince deriden süslü çizmeler bulunurdu. Kendini
süslemek için ise; altın ve gümüşten yapılmış takılar, terlikler ve yüze
sürülen kirsen denilen düzlük, engin denilen allık, kirpiklere çekilen sürmede
bulunurdu. Evini süslemek içinde; oda takımları olarak; pamuklu ve ketenden
yapılan yatak takımları, örtüler, perdeler, halı, kilim, minder ve yastıklar da
Selçuklu çeyizinin vazgeçilmezleri arasındaydı.[3]
BEYLİKLER DÖNEMİNDE ÇEYİZ
Beylikler dönemi sanatı, Türk sanatında
Selçuklu ile Osmanlı arasında yer alan bir geçiş dönemidir. En belirgin
özelliği yöresel üslupların ve halk kültürüne ait değerlerin öne çıkmış
olmasıdır. Selçuklu Sultan’ına tabi olmaktan çıkan Türkmen aşiretlerinin
beyleri Anadolu’da bulundukları yörelerde, imar ve sanat işlerini kendi
seçtikleri sanatkarlara yaptırarak, mimaride ve diğer sanat dallarında yöresel
üslupların uygulanmasına imkan sağlamışlardır.
Dönemin en önemli kültür
olayı, 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçe’yi resmi dil ilan etmesidir ki;
Anadolu’da Türk kültürü bilincinin uyanışına işaret eder. Bu uyanışın etkileri,
dönemin sanatında ve dolaylı olarak çeyiz işlerinde de kendini gösterir. Bey
çeyizinde bile emperyal-elit kültürden ziyade, halı, kilim, Denizli bezi,
Alaşehir ifladisi gibi halk kültürüne ait mahalli değerlerin öne çıkmış olduğu
görülmektedir[4]
OSMANLI DÖNEMİNDE ÇEYİZ
Osmanlı’da mahkeme
kayıtlarında ve kanunlarda sözü edilen “yüz görümlüğü”, geline, yüz örtüsünü
kaldırmasında güvey tarafından verilen hediyeyi ifade ederken, “çeyiz” kadın
tarafından hazırlanıp kocanın evine getirilen malı ifade etmektedir. Başka bir
ifadeyle, çeyiz, gelinin baba evinden koca evine beraberinde götürdüğü elbise, eşya
ve takımlardır.
Çeyiz
kelimesiyle bağlantılı olarak kullanılan, iki kavram daha bulunmaktadır. Bunlar
“çeyiz alayı” ve “çeyiz halayığıdır”. Cihaz alayı, geline verilen cihazı açık
olarak baba evinden koca evine götüren katar anlamına gelirken; çeyiz halayığı
gelinin cihaz olarak götürdüğü cariyeyi ifade etmektedir. [5]
Osmanlı’da
çeyiz olarak; sırmasız kumaştan bir kilim, bir yatak takımı, bir gümüş su
şişesi, sade bir hamam takımı, gümüş kahve takımı,bir buhurdan, beş tencere, bir
sini, bir güğüm, bir bakraç, bir kazandan oluşan bakır takımı ile bir mangal, bir
hamam leğeni, bir sofra takımı, üç şamdan, üç-dört bardak, bir leğen ibrik ve
üç sandık hazırlayabilmektedir [6]
(Fotoğraf 3).
Osmanlı’da
kültürel farklar; müslim veya gayrimüslim kadınlar arasında, çeyizlerinde
sanatsal etkileşim evlenme, komşuluk, alış veriş, bohçacı kadınlar ve özellikle
çeyiz sergileri sırasında meydana gelmiştir.[7]
[1] A. Bircan Ercilasun, Başlangıcından yirminci
yüzyıla Türk dili tarihi, İstanbul, 1985, s. 77
[2] Osman Kademoğlu, Çeyiz Sandığı, İstanbul,1999, s. 53
[3] Ay.es., s. 59
[4] Ay.es., s. 60
[5] Şemseddin Sami, Kamusu Türkî, İstanbul, 1987, s. 488.
[6] Emine Gürsoy Naskali,
Aylin Koç, Kültür Tarihimizde Çeyiz,
İstanbul, 2007, s. 54.