BALKANLARDA OSMANLI MİMARİSİ


            1.Giriş
Üç tarafı denizlerle çevrili ve Avrupa ile Asya kıtaları açsından son derece önemli bir bölge olan Balkanlarda, Osmanlı İmparatorluğunun etkinliği 1354 yılında Orhan Gazinin oğlu Süleyman Paşa’nın Gelibolu’ya çıkmasıyla başlamış ve bu etki 1913 Balkan Savaşlarının Osmanlı aleyhine sonuçlanmasıyla sona ermiştir.


 Balkanlarda beş asırdan fazla hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu döneminde 15878 mimari yapının inşa edilmiş tespit edilmiştir. Osmanlılar tarafından Balkanlarda yapılan bu yapıtların bir kısmı, Balkanlar Osmanlı hâkimiyetindeyken yaşanan depremler, yangınlar, geçici işgaller ve isyanlar sonucunda yok olurken, önemli sayıdaki eser ise, Balkanların Osmanlı’dan çıkmasıyla birlikte yeni kurulan devlet ve imparatorluklar tarafından yakılıp yıkılmıştır. Balkanlarda inşa edilen tarihi eserlerin önemli bir kısmının geçmişte tahrip edilip yıkılmasına rağmen bu eserlerden 1500’den fazlası günümüzde hala ayaktadır.

Osmanlı Devleti tarafından çok sayıda yapının inşa edildiği Balkanlar’daki tarihi bina ve yapıların önemli bir kısmının tahribat görmesi ve günümüze ulaşmamasına rağmen, günümüzde 1500’ün üzerinde tarihi bina ve yapının hala Balkan ülkelerinde bulunması, Balkan ülkeleri açısından son derece önemli bir turistik arz mirasına neden olmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu tarafından inşa edilen ve günümüz Balkan ülkelerinde bazı tarihi bina ve yapılar Tablo 1-6’da yer almaktadır.

2. Balkanlardaki Osmanlı ve Mirası
1299 yılında bağımsızlıklarını ilan ederek Osmanlı Beyliğini kuran ve 1453 yılında İstanbul’un fethiyle imparatorluk haline gelen Osmanlılar, sınırlarının en geniş olduğu dönemde, Türkiye dışında, günümüz sınırlarıyla 22 ülkeye hükmetmiştir[1]. Bu ülkelerin sınırları içerisinde Osmanlı mimarisiyle binlerce sosyal, kültürel, ticari, dini ve eğitim amaçlı yapılar inşa edilmiştir. Anadolu’nun yanı sıra, Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bina edilen bu yapıtlar Osmanlı İmparatorluğunun bıraktığı büyük mimari mirası günümüze taşır.


Beş asır boyunca Osmanlı Türklerinin hâkimiyeti altında kalan Balkanlarda, 14 ve 15. yüzyıllarda yoğun bir imar faaliyetine girişilmiş ve Osmanlı Türk mimarisine ait mimari eserler verilmeye başlanmıştır.
 
 Mevcut şehirler yeni bir anlayışla imar edilirken diğer yandan yeni şehirler ve yerleşim merkezleri kurulmuştur. ‘Bir cami ve onun etrafında kümelenen kültürel, sosyal ve iktisadi kuruluşların oluşturduğu’ külliyeler mahalleleri, mahalleler ise şehirleri meydana getirmiştir. Bu çerçevede şehir merkezleri, cami, mescit, tekke, zaviye ve türbe gibi dini yapılar; han, bedesten, kervansaray, arasta ve çarşı gibi ticari yapılar; imaret, hamam, köprü, su kemeri, çeşme ve saat kulesi gibi sosyal yapılar; mektep, medrese ve kütüphane gibi eğitim yapıları; kale, kule-ocak, burç ve tabyalar gibi askeri yapılarla donatılmıştır[3]. Böylece bölgeye ‘yeni bir medeniyet’ getirilmiştir.


Balkanlardaki Türk yapıları plan, hacim biçimlenişi, kullanılan malzeme ve teknik, cephe düzeni ve süsleme bakımından Osmanlı Türk mimarisinin bir parçasını oluşturmaktadır. Balkan ülkelerindeki Türk eserleri, çoğunlukla Erken ve Klasik Dönem Osmanlı Mimarisinin özelliklerini taşırken, Anadolu’daki çağdaşı olan yapılarla birçok bakımdan ortak ve benzer özelliklere sahiplerdir.

Turan ve İbrahimgil ise Balkanlarda inşa edilen Osmanlı Türk camilerini plan ve hacim biçimlenişi açısından dört ana grup altında incelemişlerdir. Bu gruplamada Tek kubbeli camiler, Zaviyeli camiler (Ters T tipi camiler) ve Bazilikal planlı camiler yer almaktadır. Bu cami tiplerinin yapısal özellikleri takip eden bölümlerde incelenmiştir[4].

Türk mimarisinde 16. yüzyıldan itibaren Balkanlarda tek kubbeli camiler inşa edilmiştir. Bu tip camilerin çoğu Klasik Dönem Osmanlı Mimarisinin özelliklerini taşımaktadır.

Anıtsal cami tipindeki örneklerine daha çok Bosna-Hersek ve Macaristan’da rastlanan tek kubbeli camiler, Anadolu’daki örneklerde de olduğu gibi, önünde üç bölümlü son cemaat yeri ve çoğunlukla batı cephesine bitişik bir minareye sahiptirler. Üsküp’te Yahya Paşa Camii (1506), Manastır’da Haydar Kadı Camii (1561), İşkodra’da Buşatlı Mehmet Paşa (Kurşunlu) Camii (1773–74), Saraybosna’da Ali Paşa Camii (1560) ve Ferhad Bey Camii (16. yy), Yakova’da Hadım Ağa Camii (16. yy), Peç’te Kasım Paşa Camii (16. yy) ve Şemnu’da Şerif Halil Paşa Camii (1620) Balkanlarda Klasik Osmanlı Mimarisi özelliklerini taşıyan cami örneklerindendir[5].

Zaviyeli cami tipi olarak da bilinen ters T tipi camiler Beylikler ve özellikle Erken Osmanlı dönemlerinde inşa edilmişlerdir. Bu tip camiler 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren hem Anadolu’da hem de Balkanlarda yaygın bir şekilde inşa edilmişlerdir. Zaviyeli cami örnekleri arasında Üsküp’te Alaca (İshak Bey) Camii (1438) ve İsa Bey Camii, Filibe’de Şehabüddin Paşa (İmaret) Camii (1464), Selanik’te Alaca (İmaret) Camii (15. yy), Serez’de Mehmed Bey Camii (15. yy) ve Saraybosna’da Gazi Hüsrev Bey Camii (1531) sayılabilir[6].

Bazilikal plan şemasının kökeni Bizans devrinin erken tarihli kiliselerinin plan şemalarına dayanmaktadır. Bu plan şeması Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Erken Osmanlı dönemlerinde de kullanılmıştır [3]. Filibe’de Hüdavendigar Camii (1364), Sofya’da Mahmud Paşa Camii (15. yy), Dimetoka’da Çelebi Sultan Mehmet Camii (1420), Üsküp’te II. Sultan Murad Camii (1438) ve Karlı ilindeki Mehmed Bey (Burmalı) Camii Balkanlarda bazilikal planlı camilerdir[7].

Plan şeması ve hacim biçimlenişinin yanı sıra, Balkanlardaki Türk yapıları, kullanılan malzeme, yapım tekniği, cephe düzeni ve süsleme bakımından Osmanlı Türk mimarisinin özelliklerini yansıtmaktadırlar. Balkanlarda inşa edilen Osmanlı yapılarında iki, üç veya dört sıra tuğla ve bir sıra kesme taş örgüsü ile almaşık tekniğinin yanı sıra, kaba kesme taş, moloz taş ve dolgu duvarlara yer verilmiştir.

Manastır’daki İshak, Hacı Hamza Bey ve Haydar Kadı Camileri, Filibe’deki Şehabüddin Paşa Camii, Sofya’daki Banya Başı Camii, Selanik’teki Alaca Camii ve Serez’deki Zincirli Camii iki, sıra tuğla ve birer sıra taş örgüsü ile almaşık tekniğinde inşa edilen camilerdendir. Serez’deki Mehmed Bey Camii ve Prizren’deki Sinan Paşa Camii ise kesme taştan inşa edilmiştir. [8]

Balkanlardaki Osmanlı camilerinin minareleri çoğunlukla kesme taştan inşa edilmiştir. Örneğin, Manastır’daki Kadı Mahmud ve Hacı Hamza Bey Camilerinin minareleri kesme taştan yapılmıştır. Samakov’daki Bayraklı Camii, Filibe’deki Hüdavendigar Camii ve Şehabüddin Paşa Camii minarelerindeki tuğla tezyinatı ile dikkat çekmektedirler. Bunun yanısıra Köstendil’deki Fatih- Kanuni Camii ve Elbasan’da Nazır Bey Camilerinin minarelerinde almaşık tekniğinin kullanıldığı da görülmektedir.

Osmanlı’da Müslüman eğitim veren kurumlar derecelerine göre değişirdi. Osmanlı idari sisteminde görev alacak kadılar ve eğitimini üstlenecek müderrisler ve dini işlerde görev alacak hocalar ve müftüler medreselerde eğitim görürlerdi. Revaklı açık bir avlunun etrafında yer alan öğrenci odalarının hepsinde bir ocak ve dolap nişleri bulunurdu. Kastorya’da, Atina’da, Midilli’de tek başına kalmış medreseler görüldüğü gibi, Saraybosna, Mostar, Yanya, Berat ve Kavala’da bir Külliye içinde yer alan XVII. ve XVIII. yüzyıl medreseleri de bulunmaktadır[9].

Medreselerin dışında peygamber sözlerinin incelendiği Darülhadisler, Kuran’ın incelendiği Darülkurralar ve küçük çocukların gittiği mahalle sibyan mekteplerini de bu kapsamda sayabiliriz. Vakfiyelere göre var olduğunu bildiğimiz bu yapılardan günümüze kadar gelebilmiş örnekler ya yoktur veya tanımlanamadığı için yayınlarda bulunmamaktadır.


Gömüt yapıları içinde yer alan türbeler ise Osmanlı mimarisinde hiçbir zaman anıtsal olmamıştır. Padişah türbeleri bile insani boyutlarda, şehir dokusu içinde fazla dikkat çekmeyen yapılar olarak inşa edilmiştir. Balkanlardaki türbeler içinde en ünlüsü kuşkusuz Budapeşte’deki Gül Baba Türbesidir.  Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan seferi sırasında geldiği söylenen bir kişi olan Gül Babanın orada gömülü olduğu sanılmaktadır. Balkanlardaki diğer türbeler ise genellikle ya bir tekke içinde ya da bir cami yanında yer alır ve yapıyı yaptıran kişinin türbesi inşa edilir.

Kalkandere’de Alaca Camii avlusundaki türbe, Üsküp’te İshak Bey Türbesi, Trikala’da Osman Şah Türbesi, Yanya’da Aslan Paşa Camii yanındaki Türbe, Tempi’de Hasan Dede Tekkesi içinde türbe,, Boru köyündeki tekkeden kalan türbe, Bulgaristan’da Akyazılı Sultan tekkesindeki türbe bu tür yapılardır. Günümüzde tek başına kalmış ve başka bir yapıyla bağlantısı belirlenememiş türbeler, Karadağ, Yunanistan ve Arnavutluk’ta da bulunmaktadır[10].

Osmanlı şehir dokusunun gelişmesinde ve şehirlerin oluşmasında en önemli faktörlerden biri de ticaret olmuştur. Ticaret yapılarının bulunduğu alan şehirlerinin merkezini belirlediği gibi günümüzde bile birçok Balkan şehrinde aynı merkez yüzyıllar boyunca değişmeden kalmıştır. Şehir içi hanları, arastalar, dükkânlardan oluşan ticaret alanı şehrin en canlı ve kalabalık kısmını oluşturur. Şehirlerde “borsa” işlemelerinin yapıldığı, kıymetli malların yanı sıra altınında alınıp satıldığı bir yer olan Bedestenler de ticaret alanında bulunurdu Çevresinde arastalar yer alırdı. Bir yol etrafında tek katlı dükkânlardan oluşan arasta dokuları halen birçok şehir merkezinde belli olmaktadır.

Şehir içi hanları ise revaklı geniş bir avlunun çevresinde, iki katlı olarak inşa edilirdi. Bedestenlerin kapalı yapılar olmasına karşın şehir içi hanları avlulu yapılardı. Bu tür hanların günümüze kadar korunabildiği örnekler Üsküp’te bulunmaktadır. Serez ve Yanbolu Bedestenlerinin bir kısmı yıkık olmasına rağmen diğer bölümleri onarılmıştır. Yenişehir ve Hanaia Bedestenlerinin büyük bölümü ayaktadır[11].

Osmanlı köprüleri ister Mostar’daki gibi tek gözlü, ister Bulgaristan’da Cisr-i Mustafa Paşa veya Vşigraf’da Sokullu Mehmet Paşa tarafından yaptırılan köprüler gibi çok gözlü olsun, sağlamlıkları yanı sıra çevreyle olan uyumları bakımından estetik değerleri yüksektir. Arnavutluk, Sırbistan, Yıunanistan’ın Zagori bölgesinde kalan köprülerde vadileri birbirine bağlayan yapılardır[12].

Yollar boyunca gerek kervanların gerekse de yolcuların konaklaması için yapılan kervansaraylardan günümüze kadar korunabilmiş örneği yoktur. Vakfiye kayıtları bu tür yapıların varlığını kanıtladığı gibi inşa ettirilen ve günümüze gelmeyen kervansaraylar hakkında bilgilerde vermektedir. Genellikle bir kervanın günde alabileceği 30 km’lik mesafe hesaplanarak inşa edilen bu yapılar yerleşim merkezleri arasında inşa edilmiştir.

 İstanbul-Belgrat arasında fazla kervansaray olduğu söylenmektedir. Ulu yol olarak bilinen bu yol İstanbul’dan başlar Edirne üzerinden Filibe-Sofya-Niş yoluyla Belgrat’a varırdı. Diğer önemli bir yol ise İstanbul-Vize-Kırklareli-Aydos üzerinden Romanya’ya giden yoldu.

 Güney batıya giden yol ise İstanbul-Tekirdağ-Keşan-Ferecik-Gümülcine-Kavala-Selanik-Yenişehir-Livadiye-Eğriboz-Atina yoluydu. Ana yollar dışında ara yollarda bulunmaktaydı. Filibe’den batıya Üsküp ve İskenderiye’ye gidilmekteydi. Selanik’ten ise Yenice-Vardar yoluyla, Floria’dan Manastır üzerinden Ohri ve Üsküp’e, Ergiri Kasrından Berat ve Avlonya’ya varılırdı. Ayrıca Yenişehir-Trikala yoluyla Yanya ve Berat’a ulaşılırdı[13].

Osmanlı yapıları arasında hamamlar her Osmanlı yerleşiminde karşımıza çıkan yapı tipleridir. Şehirlerde tek veya çifte hamamlar inşa edilmekteydi. Ayrıca kalelerde de askerler için küçük hamamlar bulunmaktaydı. Budapeşte’de günümüze kadar birçok bölümü değiştirilmiş olarak kalsa da, Osmanlı döneminde inşa edilmiş hamamlar bulunmaktadır.
Sokullu Mehmet Paşa Tarafında inşa edilen iki hamam daha bulunmaktadır. Buda kalesinde son yapılan araştırmalarla birlikte kale komutan sarayında özel bir hamam bulunmuştur[14].Çifte hamamlar aynı planın iki kere tekrar edilmesiyle oluşan hamamlardır. Bir tarafı kadınlar, diğer tarafı erkekler için ayrılmıştır. Veria, Selanik, Kalkandere, Niş, Ohri, Pirzerin, Saraybosna, Üsküp, Elbasan, Leş’te örnekleri görülmektedir.

            Kalelerde inşa edilen hamamlar ise daha küçük boyutlu hamamlardır. Genellikle iki mekândan oluşur, arkasında külhan ve su deposu bulunmaktadır. Elbasan,Patras, Yanya, ve Modon kalelerinde bu tür hamamlar hala bulunmaktadır[15].

Şehre getirilen su, suyollarıyla çeşmelere, hamamlara, cami, medrese, mescit, han gibi ortak kullanılan yapılara ve büyük konaklara dağıtılmaktaydı. Çeşmeler bir yapıya veya bir yapının çevre duvarına dayanarak inşa edilirdi. Yunanistan, Sırbistan, Makedonya, Karadağ bölgelerinde kalan şehirlerin çoğunda bulunmaktadır. 17. yüzyıl ortalarına kadar basit, sade bir kemer içinde yer alan çeşmelerin yalaklarında daha sonra üç boyutlu bitkisel süslemeler yer aldığı görülür. Başkentte inşa edilen anıtsal boyutlarda bu tür çeşmelerin benzerleri Samokov, Eğriboz ve Selanik’te bulunmaktadır. Korint, Mistra ve Kavarin kalelerinde çeşmeler küçük boyutludur[16].

Çeşmeler gibi sebillerde şehirlerde hayır için yapılmaktadır. Belirli günlerde bedava şerbet, ayran, limonata gibi içeceklerin dağıtıldığı yer olan sebillerde ayrı su almak içiçn çeşmelerde bulunurdu. Balkanlardan günümüze kadar korunabilmiş bu tür yapı bulunmamaktadır.
           
Osmanlı döneminde Elbasan ve Eğriboz’da Karababa kalelerinde olduğu gibi doğrudan doğruya inşa edilen kalelerin yanı sıra daha önceden var olan kalelelrde bulunmaktadır. Onarım ve güçlendirme ile kullanılmaktaydı. Salt askeri amaçla inşa edilen, içinde sivil halkın yaşamadığı kaleler olduğu gibi tüm bir şehre damgasını vuran kalelerde bulunmaktadır. Belgrat ve Buda bunun örnekleridir.
Askerlerin kaldığı iç kale bölgesinde koğuşlardan başka cami, hamam, imaret ve baruthane gibi yapılar bulunurdu. Osmanlı’dan kalan tek baruthane yapısı bugün Modon kalesinde bulunmaktadır[17]. Kaleler deniz kenarında bir körfezi veya boğazı korumak gözetlemek için yapıldıysa, liman girişlerine fenerler inşa edilmekteydi. Bu tür bir fener İnebahtı limanında surlar üzerinde yer almaktadır[18].

XVIII. yüzyıldan sonra Osmanlı mimarisinde yeni yapı tipleri ortaya çıkmaya başlar, Batılılaşma dönemi olarak tanımlanan ve XIX. yüzyılda da devam eden bu dönemde yeni kurumlar mimariye yansır. XVIII. yüzyıl başlarında meydanlara saat kuleleri dikilmeye başlanır. Bunlar dikdörtgen kule biçiminde olduğu gibi, ince zarif tuğlalarla süslemeleri olanları da bulunmaktadır. Üsküp, Pirlene, Manastır, Tiran, Yenice örnekleri birinci gruba girmektedir. Yanya’daki saat kulesi ikinci grup örneği teşkil eder. Rüştiye, İdadi, Sultani diye devlet tarafından açılan okullar, Manastır, Selanik, Gümülcine ve Yanya’da bulunmaktaydı. Hastaneler yeni yapı tipi olarak karşımıza çıkmaktadır. Selanik’teki Guruba Hastanesi buna örnektir[19].

Devletin yeni vilayet sistemine göre ortaya çıkan hükümet konakları 19. yüzyıl şehir dokusu içinde önemli yapılardır. Bu dönemde evleri konaklar şehir görünümlerini belirler. Bu şehir dokusunun korunduğu örnekleri Arnavutlukta, Berat, Ergiri Kasrı ve Avlonya gibi müze şehirlerde bulduğumuz gibi Filibe, Üsküp, Saraybosna, Veria, Kastorya, Selanik gibi şehirlerin bir bölümünde görmek mümkündür. Kavala ve Selanik’te İstanbul’da görülen Levanten mimari özellileri de yansımaktadır.

Balkanlarda Osmanlı yapıları yıllar boyunca değişik mesenler tarafından inşa ettirilmiş, bunlara farklı mimar ve ustaların katkısı olmuştur. XIV. Ve XV. Yüzyıllarda bu mesenler daha çok yeni bölgelere yerleşen akıncı beyleri ile sultanlar olmuştur.  Akıncı beylerden Evrenosoğulları, Yenice-Vardar’ı mekân tutmuş ve imar faaliyetlerinde bulunmuştur.

 I. Murat zamanında Filibe’de inşa ettirilen anıtsal cami, I. Beyazıt zamanında inşa edilen yapılan, Çelebi Mehmet’in Dimetoka’da inşa ettirdiği anıtsal camii, II. Murat zamanında Selanik’te görülen yapılaşma Bursa ve Edirne örnekleriyle benzerdir. Balkanlardaki çoğu yöneticiler, Osmanlı vezirleri ve sadrazamları gibi bu bölgelerden devşirilerek ailelerinin bulunduğu yerlerde vakıflar kurmuşlardır. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa en önemli örnek olarak gösterilebilir[20].

XVII. yüzyılda taşra özelikleri, başkentte görülen mimari üslup özelliklerinin oran ve biçim değişikliklerine uğrayarak başkent kalıplarından uzaklaşılmıştır. II. Abdülhamit’in yaptırdığı devlet yapıları ile Mithat Paşa’nın Selanik’te inşa ettirilen yapılar bu kavramda değerlendirilebilir.

Değerlendirme
Osmanlı Sanatı ve Mimarisi genel olarak anonim ve kolektif bir sanattır. Bir eserin tasarımı, kimliği her zaman tam olarak bilemediğimiz bir kişi tarafından yapılmakta ve eserin ortaya çıkmasında çok kişinin emeği geçmektedir. Ayrıca kolektif eylem içinde eserlerin bugünkü yapımcılarını belirlemek zordur.

Sarayda be başkentte belirlenen üsluplar, İstanbul dışındaki önemli şehirlerde bulunan saraya bağlı hassa mimarları aracılıyla bu bölgelere ve taşraya yayılmıştır. Ancak merkezi İstanbul olan ve çevresinde giderek büyüyen halkalar halinde genişleyen bu üslup yerel özelliklerin ağır bastığı merkezlerin çevresindeki halkalarla kesişmiştir. Bu nedenle Osmanlı mimari yapıtları incelenirken, örneklerin başkent örneklerine göre durumu belirlenmeli, bölgesel özelliklerin özgün yanları araştırılmalıdır.

Günümüzde Balkanlarda halen oldukça çok Osmanlı dönemi yapıları bulunmaktadır. Bu yapıların kimisi detaylı bir şekilde incelenip belirlenirken, gider yandan da bazılarının isimleri sadece vakfiyelerde geçmektedir. Her türlü yapıların bulunduğu Balkanlar, Osmanlı eseri bilinçli bir şekilde yıkılmıştır. Bazıları ise bütçe yetersizliği bahane edilerek yıkılmaya mahkûm edilmiştir.



[1] Ayverdi E.H. Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri, Bulgaristan Yunanistan, Arnavutluk, Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 2000. s.2.
[2] Yenişehirlioğlu, F. Türkiye Dışındaki Osmanlı Mimari, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Ankara, Temmuz 1989. s.32.
[3] Ayverdi, a.g.e. s.4.
[4] Turan, Ö. ve İbrahimgil, M.Z. Balkanlardaki Türk Mimari Eserlerinden Örnekler, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 97, Nurol Matbaacılık, Ankara, 2004. s.33.
[5] Turan ve İbrahimgil, a.g.e. s.45.
[6] Turan ve İbrahimgil, a.g.e. s.67.
[7] Ayverdi, a.g.e. s.56.
[8] Turan ve İbrahimgil, a.g.e. s.67.
[9] Akgündüz, H. (1997): Osmanlı Medrese Sistemi, Amaç-Yapı-İşleyiş, İstanbul: Ulusal
Yayınları, 1997, s44.
[10] Yenişehirlioğlu, a.g.e. s.56.
[11] Ayverdi, a.g.e. s.156
[12] Ayverdi, a.g.e. s.201
[13] Yenişehirlioğlu, a.g.e. s.76
[14] Turan ve İbrahimgil, a.g.e. s.67.
[15] Turan ve İbrahimgil, a.g.e. s.89.
[16]Eyice, S. “Gurbette Kalan Türk Eserleri”, IX. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara, 1992,s. 181–186.
[17]Ayverdi, a.g.e. s.231
[18]Ayverdi, a.g.e. s.231
[19]Çulpan, C.Türk Taş Köprüleri, Ortaçağdan Osmanlı Devri Sonuna Kadar,
Ankara: T.T.K. Basımevi, 2. Baskı, 2002, s.55
[20]Doğru, H. “Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de Fetih ve İskân Siyaseti”, Türkler,
Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, C. 9, s. 163–176.
Fotoğraflar; https://ucuzauc.com/haber-duyuru/balkanlarda-osmanli-izleri/1453/haber